Hoşgörünün Kur'ânî ve Nebevî Temelleri
Öncelikle şunu belirtelim ki; bütün bir kainat ve topyekün beşeriyet, Rahman ve Rahim olan Allah'ın hoşgörüsü sayesinde ayakta durmakta ve hayatiyetini devam ettirebilmektedir. Cenab-ı Allah, suçluları anında cezalandırsaydı, onlara tevbe-istiğfar imkanı tanıma toleransını göstermeseydi; insanlığın hali gerçekten çok daha perişan olurdu. Belki ibret alıp Hakk'a yönelenler çoğalırdı, ancak insanlığın büyük bir kesimi -nefis var oldukça- helak olurdu. "Rahmetim, gazabımı geçti," buyuran Rabbimiz - imtihan sırrının da icabı olarak - böyle bir yolu tercih etmemiştir. Cenab-ı Hakk'ın; Kahhar (kahredici) , Celal (azamet, hiddetlilik) , Cebbar (büyüklük, zorlayıcı) gibi yerine ve zamanına göre tecelli eden birkaç ismi mevcutsa da; 'el- Esmâü'l-Hüsnâ 'nın kahir ekseriyeti O'nun rahmet ve hoşgörüsünü beyan eder ve kainatta daha çok bu sıfatların tecellisine şahid oluruz. Tevvab (tevbeleri çok kabul eden ), Settarru'l-Uyub (ayıpları örten, gizleyen) , Afüvv (affeden, merhametli) , Gafur, Gaffar (suçluları en çok bağışlayan) , Halîm (yumuşak ve hoş muamele yapan) , Rahman (mümin olsun veya olmasın herkesi rızıklandıran) gibi isim ve sıfatları, O'nun rahmetinin enginliğini göstermektedir. O'nun kullarına acıması ve hoşgörüsü bu kadar engin olmasaydı; güneş, hava, su gibi sayılamayacak kadar çok nimetlerinden, hergün kendine isyan edenlere zerre kadar tattırır mıydı? Kullarına tanıdığı bunca fırsata rağmen, inkar ve isyan ile dünya hayatını noktalayanlar için adaletinin( Adl isminin) gereği olarak ahirette Rahim sıfatı tecelli edecektir. Yani ahirette, dünyada iken inanıp hayırlı işler yapanlara acıyacak, rahmet edecek; inkarcıları cezalandıracaktır.
Dünya hayatında insan, kendini düzeltmesi, ulvi olanlara yönelmesi ve kemali için hoşgörüye muhtaçtır. Kur'an, insanın ' ahsen-i takvim: en güzel kıvamda ' (et-Tîn,4) yaratılmış ' şerefli bir varlık ' (el-Isrâ, 70) olduğunu beyan etmenin yanında zaaflarına da dikkat çekmektedir:
" Allah, sizden (ağır teklifleri) hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır ." (en-Nisâ, 28) Zayıf yaratılan insanın elbette bazı zaafları olacaktır. Insan, bazen bilerek-bilmeyerek hataya düşebilecektir. Insanın hatalarını düzeltmenin en güzel yolu, hoşgörü ve aftan geçer. Şu ayete kulak verelim:
" Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, barışırsa onun mükafatı Allah'a aittir. Muhakkak ki Allah, zalimleri sevmez ." (el-Şûrâ, 40)
Demek ki; bir insan, kendine yapılan bir kötülüğe misliyle ceza verme(isteme) hakkına sahipken affederse ve barışırsa, Allah katında büyük mükafaat alacaktır. Suçluya, hak ettiğinden fazla ceza yüklemekse bir zulümdür ve ' Allah zalimleri sevmez... ' Suçluları, kötüleri Hak adına topluma kazandırmak için bundan daha güzel bir yöntem olabilir mi? Bakınız Cenab-ı Hak, sevgili Peygamberi Musa (a.s.)'ı zalim Firavun 'a gönderiyor ve nasıl bir tavır takınmasını istiyor:
" Firavn'a gidin; çünkü o azdı. / Ona yumuşak söz söyleyin; belki öğüt alır veya korkar ." (Tâhâ Sûresi, 43, 44)
Herşeyin hikmetini en iyi bilen Rabbü'l-âlemîn; 'gidin boynunu vurun, dövün, sövün, asın-kesin(!)' demiyor da, hoşgörü ve nezaket tavsiye ediyor. Cenab-ı Hak, Firavun'un öğüt almayacağını, korkmayacağını, iman etmeyeceğini bilmiyor muydu da, yüce peygamberini onun ayağına gönderdi? Elbette biliyordu, buna şüphe yok; ancak Rabbimiz bize bir ölçü ve metod veriyor: En azgın insanlara bile gidip tebliğ yapmaktan imtina etmeyin. Zalim bir devlet başkanı/bakanı da olsa yanına gitmekten çekinmeyin ve yumuşak sözlerle öğüt verin. Kimin, nerede, ne zaman hidayete ereceğini bilemezsiniz. Bir zalimin, zulmünü azaltmak dahi bir hizmet sayılmaz mı? Cenab-ı Allah, -isterse- bir zalime, bir fasıka da dinine hizmet ettirir...
Toplumun en alt kesiminden en üst kesimine kadar hoşgörü meltemi estirebilirsek (ki, bu imani bir görevimizdir,) o zaman huzur ve barışın hakim olduğu bir hayat yaşamamızı da kolaylaştırmış oluruz. Bu hususta en güzel örnek sevgili Peygamberimiz(s.a.v.)'dir. O'nun baştan sona nümune-i timsal olan hayatındaki hoşgörü örneklerini gelecek yazımıza bırakarak şimdilik şu mübarek beyanıyla yetinelim:
" Kul, Rabbini tanır, O'nun büyüklüğünü bilirse; O da, kulun yaptıklarını hoş görüp affeder ." (Müslim, Tevbe, 1-8 ; Buhari, Deâvât, 4)