GENÇLİĞİN PROBLEMLERİ ve ÇÖZÜM YOLLARI
" Gençliği kurtarmak için tasavvufa yönelmeyi zaruri görüyorum. Çünkü, bundan başka çıkar yol bilmiyorum." (Prof. Dr. M. Ebu ZEHRA)
***
Başka bir çağ yaşanmış mıdır, gençliğinin çağımızdaki kadar bunalımlara sürüklendiği?..Kurtuluş havarilerince 'çözüm' diye sunulan 'kurgu'ların, gençliği bu kadar büyük bunalımlara soktuğu başka bir çağ yaşanmış mıdır?..
Nerede; "Zaman bendedir ve mekan bana emanettir, şuurunda bir gençlik"?..
"Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik" nerede?..
Nerede; "Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik"?..
"Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi, cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispette strateji ve taktik sahibi bir gençlik " nerede?.
Ve nerede; "Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle; zifri karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir gençlik"?
Bu şuurda ve firasette bir gençliği nerede bulacaksınız? Veya nasıl yetiştireceksiniz?..Ama yetiştirmek zorundasınız; yoksa gençlerden şikayete ve onları cezalandırmaya hakkınız yoktur!..Yetiştirememişseniz veya yetiştiremiyorsanız, hemen batıl metodlarınızdan vazgeçip sahici bir metoda dönmelisiniz...Butlanı tecrübe ile tescil edilmiş usullerde inat ederseniz, bir türlü 'gerçek çözüm'e yaklaşmazsanız, hep işte böyle netice alacaksınız(!)...Görüyorsunuz değil mi; yetiştirdiğiniz neslin neler yapmakta olduğunu?..Hastalığın asıl sebebini bulup, o sebebi ortadan kaldırmadan, beliren çıbanları pansuman etmek neye yarar ki?!.
Öyleyse; insanlığın(hususen gençliğin) problemleri nereden kaynaklanıyor ve "gerçek çözüm" nedir? Önce bunda isabet kaydetmek gerekmez mi?
Yaratılışından ve Yaratıcı'sından uzaklaştırılan gençliğimiz; itikadi, ameli ve ahlaki bunalımlara düşürülmüş ve düşürülmektedir.
Itikadi bunalım içerisindeki gençlik; ya tamamen ateist ve materyalisttir, ya da inandığını sandığı halde bir takım itikadi çelişkiler içerisindedir. Yetiştirildikleri öğretim kurumları veya içinde bulundukları çevre, bu gençlere Islam akaidinin esaslarını öğretmedikleri gibi bilakis inkarı ve küfrü telkin etmişler ve etmektedirler.
Itikadi bunalımlar, elbette ameli bunalımları doğuracaktır. Tamamen inkar veya şüphelerden dolayı küfrüyle amel eden (veya onun mücadelesini veren) ya da 'salih ameller'de nakıs ve şuursuz bir gençlik yetişmiş ve yetişmektedir.
Itikadi ve ameli bunalımlar, -gayet tabiî ki- ahlaki ve manevi bunalımları da beraberinde getirecektir. Gerçek ahlak ve maneviyat terbiyesi, itikat ve amel bütünlüğü içerisinde verilmelidir. Istikrar ve tekamül ancak bu sayede temin edilebilir. Bugün, gerçek ahlak ve nefis terbiyesinden mahrum bırakılmış gençliğimiz; gurur, kibir, haset, teslimiyetsizlik, sorumsuzluk, saygısızlık, merhametsizlik, ümitsizlik ve samimiyetsizlik...gibi manevi hastalıklar ve problemler içerisinde kıvranmaktadır. Bu kalbi problemlerin eyleme dönüşmesi neticesinde dengesi bozulan ve altüst olan sosyal hayat da, çekilmez bir hal almaktadır. Bunalımlarını eyleme dökerek isyan eden, vurup-kıran gençliğin, özellikle üniversite (en üst düzeydeki eğitim ve öğretim kurumlarımız) gençliği olması ne kadar düşündürücü değil mi?..Zihnini batıl felsefelerle işgal ettiğiniz; kalbini veya ruhunu ihmal ederek gerçek sevgi ve muhabbetten mahrum bıraktığınız bu gençliği bir de ekonomik ve bürokratik sıkıntılar altında ezilmeye mahkum ettikten sonra, daha başka ne bekliyordunuz?!.Zulme rıza mı göstersinlerdi? Haksızlıklara boyun mu eğsinlerdi?..Rüzgar ekmenin semeresi, fırtına biçmek değil miydi?..Fırtına bir şey değil, zaman zaman tufanlar biçtiğinizi hatırlamıyor musunuz?..
Peki nedir, kasırga ve tufan haline gelen bu gençliği bütün bunalımlarından kurtarıcı sır?..Bu gençlik, kendisinden koparıldığı fıtratına nasıl döndürülecek? Gençlik, gerçek kimliğine ve benliğine nasıl kavuşturulacak? Bu işi kim, nasıl başaracak?..Geliniz bu noktada sözü Prof. Dr. Muhammed Ebû Zehra 'ya bırakalım:
" G ençlerimiz, gemi azıya almış nefislerinin peşinde gidiyorlar. Sinemaların kapılarında kuyruk oluyorlar. G ünlerini oyun, çalgı ve boş sözlerle geçiriyorlar ve hatta anarşik olaylara da katılıyorlar. Böylece gençlik nefsin esiri olduğu vakit artık; vaiz, hatip ve öğütçülerin sözleri onları etkilemiyor. Dinî telkinlerin etkisi, o menfi telkinlerin yanında onda bire düşüyor. O halde başka yoldan bir ıslahatçıya ihtiyaç vardır. Bu yol, gençlerin beyinlerinde etki edecek ve onların düşünce ve muhakemelerini düzeltecektir. Ki, bu da ancak tasavvuf yoluyla olur. Bu da; olduğu gibi Islamiyet'i bilip yaşayan, her haliyle güven telkin eden ve böylece müridlerini kendine bağlayan bir 'isan-ı kamil' ile olur. Bu davayı önlemek; her köy, kasaba, ilim merkezi, siyasi ve ictimai her yerde sôfî, şeyh ve bunlara bağlı müridlerin bulunmasıyla olur. Şeyh ile müridi arasındaki ilgi ve müridler arasındaki dereceler bozulan bu durumu düzeltebilir...
G ençliği kurtarmak için tasavvufa yönelmeyi zaruri görüyorum. Çünkü bundan başka çıkar yol bilmiyorum." (Liva-i Islam Dergisi; sayı: 10; sh., 645)
Işte, kurtarıcı sır! Işte, toplum canavarının pençeleri arasında çırpınan günümüz gençliğini kurtaracak ve gerçek saadete erdirecek en emin yol; "Tasavvuf" yolu, insan-ı kamillerin eteğine tutunma işi. Bir 'Allah dostu'nun şekillendirdiği ve 'Allah'ın boyası' ile boyadığı bir 'cemaat' içerisine mutlaka dahil olmak...Önce 'insan' olabilme işini başarmak, 'insan'lar arasında.
Bu sayede; itikadi, ameli ve ahlaki(manevi) problemlerinden kurtulan gençlik; sahip olduğu ölümsüz inancı, mutlak hakikate teslimiyeti ve hizmeti sayesinde daima 'genç kalmayı' ve toplumu hep dinç tutmayı başarmış olacaktır.
Tasavvufî terbiye(ruh terbiyesi) sayesinde, insanlarımız daima Allah'ın zikriyle meşgul olacak (her işinde Allah rızasını gözetecek) ve -dünya ve ahirette felakete sürükleyen- şeytani tuzaklardan uzak kalacaktır.
" Kim, Rahman'ın zikrini görmezlikten gelirse ona bir şeytan musallat ederiz; artık o, onun (yanından ayrılmaz, ona sürekli olarak kötülükler telkin eden ) arkadaşı olur ." (Zuhruf S., 36)
" Kim, beni anmaktan(zikirden) yüz çevirirse, onun için dar bir geçim vardır ve kıyamet günü onu kör olarak diriltiriz ." (Tâhâ S., 124)
" Ey iman edenler! Allah'ı çok zikredin ve O'nu sabah-akşam tesbih edin ." (el-Ahzab, 41, 42)
Işte tasavvufun hedefi; Allah'ın emrettiği bu zikri, iç alemimizde ve sosyal hayatımızda doyasıya yaşatmaktır. Tarikat müesseseleri de, -dejenere edilmediği zamanlarda- tarih boyu insanlığa bu hizmeti vererek, insanın ve toplumun huzuruna vesile olmuştur.
Ancak tasavvuf yolunun bunca güzellikleri yanında; insanların samimi duygu ve inançlarını istismar edip sömürü tarikatları kurarak, müridleri açlık ve yoksulluk içinde kıvranırken kendileri semirenler ve öte yandan da, ümmeti açken tok yatmayan Allah Resulünün varisi olduğunu iddia etmekten utanmayanların; müridlerini köle gibi çalıştıran ve emeklerinin karşılığını vermeyerek aile hayatlarını perişan edenlerin; ancak güya Allah'ın Resulünün yolunda olduğunun bir göstergesi olan birden fazla hanımlarıyla saray hayatı yaşamayı ihmal etmeyen ve ihvanları içinden seçtiği karılarının/evlerinin bütün masraflarını müridlerine karşılattıran şehvetperest, kemirgen ve sömürgen sahte şeyhlerin ve bu tür tarikat mafyalarının şerrinden emin olmak için de ayık olmak ve toplumu ayıktırmak gerekmektedir...
"Lânet ola ol mâla, ki tahsîline ânın;
Ya dîn ola, ya ırz u nâmûs ola âlet!" (Ziya Paşa)