ust_banner

sol_blok

ANA SAYFA
 
KURAN-I KERİM

HADİSLER
İNCELEME - ARAŞTIRMA
GÜNDEM YAZILAR
BAŞKA HAKİKATLER
MİFTAHU'L-CENNEH
(Cennetin Anahtarı)
<< Tamamını Oku >>
 
EKÜMENİK KUTSAL KİTAP
<< Tamamını Oku >>

Apokrif Kitaplar

Kitab-ı Mukaddes
 
Linkler
İletişim

"(Resûlüm) de ki:
Ey Ehl-i Kitap!
(Yahudi ve Hıristiyanlar!) Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse, işte o zaman; 'Şahit olunuz ki, biz Müslümanlarız' deyiniz." (Âl-i İmran S., 64)

Müslümanların faziletlerinden hiç bahsetmezler

Ali Yakup Hoca ve kendini sohbete iyice kaptıran etrafındaki grup farkına varamasalar da zaman, akşamın geç vaktine doğru hızla ilerliyordu. Kokteylin davetiyelerde yazılı resmi bitiş saati geçtikten sonra, otel görevlileri yavaş yavaş yiyecek içecekleri ve servis takımlarını kaldırmaya, sağı solu toparlamaya, fazla ışıkları söndürmeye başladılar.

Diğer davetlilerin bahçeyi terk etmelerinin ardından, otel görevlilerinin bakışlarının kendi üzerlerinde yoğunlaştığını fark eden hoca'nın çevresindeki grupta da isteksizce de olsa, dağılma emareleri baş gösterdi. Yavaş yavaş vedalaşmalar, tekrar görüşme temennileri ile el sıkışmalar arasında, orta yaş sınırının hemen üst basamaklarında görünen, modern ve şık giyimli, kısa bıyıklı, gözlüklü, tıknazca kibar bir zat Hoca'ya doğru biraz daha yaklaştı.

Kısa bir araştırmadan sonra ceketinin iç ceplerinden birinden düzgünce katlanmış bir kağıt çıkardı. Kağıdı açıp, Hoca'ya uzatırken, biraz daha kulağına doğru eğilerek, hafif ama etraftakilerin de duyabildikleri bir sesle:

- Hocam geçenlerde ben bir yere intisab ettim. Bana ders olarak bu tesbihatı verdiler.

Siz ne dersiniz, buna devam edeyim mi, yoksa sizin bana başka bir tavsiyeniz olabilir mi? diye sordu.

Hoca, kağıda dikkatlice göz gezdirdikten sonra:

- E güzel, azizim! Arada bir bu tesbihatı ben de yapayım! Allah'ı anmak, onu tesbih etmek, onun yüceliğini hatırlamak, emir ve yasaklarını öğrenip yerine getirmek güzel, sevaplı, hayırlı işlerdendir, dedi. Hoca daha sözünü bitirirken, soru sahibinin yakın çevresinden olduğu anlaşılan bir arkadaşı hemen araya girdi:

- Üstad, beyefendiyi tanımadınız galiba?

- Hayır azizim, tanıyamadım! Yoksa tanımam mı gerekirdi? Daha önce bir yerde görüşmüş müydük?

- Hayır ama hocam, beyefendiyi herkes tanır! Kendileri İslam dünyasının en tanınmış, en önemli iş adamlarından birisidir. Çok büyük şirketlerin, fabrikaların, holdinglerin sahibidir.

- Ya öyle mi? Allah mübarek etsin! Kusura bakmayın, ben kendi halinde, kendi dünyasında yaşayan biriyim. Pek iş dünyasından tanıdığım da yoktur. Ama eğer öyleyse azizim, size yanlış tesbihat vermişler. Bu tesbihat, benim gibi fazla dünyalığı, malı mülkü bulunmayanlar için uygundur ama, sizin için uygun değil, size başka tesbihat verilmesi lazımdı, bu tesbihatın hemen değiştirilmesi gerekir!
Büyük işadamı diye takdim edilen zat, bu sözler karşısında çok şaşırmış, adeta afallamıştı:

- Ama üstad, nasıl olur? Bana bu tesbihatın çok faziletli olduğunu, bunu okuyanın Allah yolunda dünyalar dolusu altın harcayandan daha çok sevap kazanacağını söylediler, diye kekeledi.

-Herhalde malınızdan mülkünüzden hiçbir bir şey harcamadan, bir iki tesbihatla harcamış sayılıp, bedavadan cenneti kazanmak, sizin de işinize gelmiş olmalı değil mi?

-Ama üstadım!

- Aması maması yok azizim, bu düşünce çok yanlış. Her nimetin şükrü kendi cinsiyle ödenir. Mal sahibi malının, ilim sahibi ilminin şükrünü, sırf Allah'ın rızasını gözeterek kendi cinsiyle ödemek zorundadır. Mal, mülk, servet , saman sahibi bir kimse o çok sevdiği malından Allah yolunda harcamadıkça asla iyi bir Müslüman olamaz, malının şükrünü yerine getiremez.

O ahıret evini, Allah'ın rızasını, cennetini, başka bir şeyle değil, yine bunlardan, yani aynı cinsten yaptığı fedakarlıklarıyla bulabilir. Şimdi çok görüyorum, adam dünyayı toplamış, malının mülkünün, servetinin haddi hesabı yok. Servetinden Allah yolunda, İslama ve Müslümanlara hizmette, hayır hasenat, kalıcı izler ve eserler, sadakai cariye bırakmak için bir kuruş bile harcamıyor.

Sonra aslında pek de inanmadığı ama ne olur ne olmaz, ya bir de varsa düşüncesiyle ahireti de elini cebine atmadan garanti altına almak, bedavadan cenneti kapmak uyanıklığına kaçıyor. Gidip bir yere intisap ediyor, güya böylece (başını hafif yana ve öne eğip, gözünü kapatarak ve şehadet parmağıyla orta parmağını tespih çeker gibi hareket ettirerek çabuk çabuk) sub, sub, sub, sub, sub, sub cenneti de kazanacak.

Yok azizim böyle bedava cennet! Zenginin tesbihi böyle (tesbih çeker gibi yaparak ) içeriye kendine doğru değil, ( baş parmağını ve şehadet parmağını para sayar gibi hızlı hızlı birbirine sürterek) işte böyle dışarıya doğru, alarak değil, vererek olacak. Harcanması gereken yerlere bol bol harcayacak, infak edilmesi gereken yerlere seve seve infak edecek. Yoksa kazandığını zannettikçe kaybeder, başka hiçbir şey ve hiç kimse de onu kurtaramaz. Yeri ve zamanı geldiğinde, infakta asla cimrilik etmeyecek, duraksamayacak, sonraya tehir etmeyecek.

Çünkü zamanında yapılmayan işin pek bir anlamı ve faydası olmaz. Bugün az bir fedakarlıkla başarılabilecek bir işin üstesinden gelmeye, yarın çok büyük fedakarlıklar bile yetmeyebilir. İnfak, yani Allah yolunda harcamayla ilgili emirler, Kur'an-ı Kerimde Allah'ın en çok tekrarlanan emirlerinin başında gelir.

- Hocam öncelikle nerelere ve nasıl harcayalım, infak edelim.

- Azizim aslında o kadar çok harcama yapılması gereken işler, yerler ve alanlar var ki saymakla bitmez. Ama ben hayatım boyunca okuyup, okutmakla meşgul olduğum için, tabiatıyla önce aklıma ilim sahası geliyor. Mesela bilimsel çalışmaları destekleyin, her alanda inceleme araştırma geliştirme enstitüleri, eğitim, sağlık ve sosyal amaçlı müesseseler, vakıflar kurun, toplumunuzdaki kabiliyetli gençlere eğitim, iş ve meslek kazandırın, ben hangi birini sayayım.

Biraz önce batıdaki özel ve tüzel kişilerin, şirket ve vakıfların şarkiyat etütleri için nasıl oluk oluk paralar akıttıklarını konuştuk. Asırlardan beri ilme, bilimsel çalışmalara, araştırma ve incelemelere, Allah'ın tabiatla ilgili kanunlarını öğrenip onlardan yararlanarak hayatı bize kolaylaştıracak, bizi başkalarından güçlü kılacak yeni icat ve keşifler peşinde koşmaya, bizim istifademiz için yaratılan kainatı daha iyi tanıyıp ondan daha fazla yararlanma ve ona hakim olma yollarını bulmamızı sağlayacak çaba ve gayretlere boş verdiğimiz için mahrumiyetler, yokluklar, çaresizlikler, zaaflar içerisinde debelenip duruyoruz. Halbuki eğitilseler, imkanlar verilse, yol gösterilse, bunların hepsinin üstesinden gelebilecek, her sahada önümüzü açıp kısa zamanda bize çağ değil çağlar atlatabilecek kabiliyette sayısız gençlerimiz var.

Onları arayıp bulan, ellerinden tutan olmadığı için boşu boşuna heder olup, ziyan olup gidiyorlar. Bunları benim görmem bir anlam ifade etmiyor. Ama siz ve sizin gibi imkanı olanlar bunların üzerinde durup düşünse neler olmaz. Fakirleri, yoksulları, ihtiyaç sahiplerini arayın, bulun, kollayın, gözetin. Kendiniz bizzat uğraşamayacaksanız bu iş için vakıflar, sosyal yardım kuruluşları kurun. Arkanızdan amel defterinizin açık kalmasını temin edecek, size ecir ve sevap kazandıracak müesseseler bırakın. Kefenin cebi yok.

Yarın ecel gelip çattığında, bıraktıklarınızı mirasçılarınız paylaşıp bölüşür, servetiniz heder olur, ziyan olur gider, hepsinin hesabı tek tek sizden sorulur, siz de size iki cihan saadetini kazandırabilecek servetinizin sadece yük ve vebali ile elleriniz boş Allah'ın huzuruna varırsınız. Allah muhafaza, ne kötü bir durum! Zaman zaman okuyorum; Avrupa'da, Amerika'da bile öyle servet sahipleri varmış ki, daha genç, sağlıklı, akılları başlarında ve bir yandan da kazanmaya devam ederken : "Yahu benim bu kadar servetim var, bana ve benden sonra kalan mirasçılarıma şu kadarı yeter.

Gerisi orada burada bir şekilde çarçur olup gideceğine, ya da vergi olarak elimden çıkacağına ben kendi adıma milletime memleketime faydalı olacak bir vakıf, bir hayır müessesesi kurayım, onu her bakımdan kendi kendine yeter hale getireyim de adım benden sonra da yaşasın." diye düşünürler, çok büyük müesseseler, eserler vücuda getirirlermiş. Esas Müslüman zenginlerin böyle davranmaları, servetlerinin belli bir kısmıyla mutlaka vakıflar ve hayır kurumları kurmaları gerekir. Maalesef bizimkilerin çoğu zekatlarını bile doğru dürüst vermiyorlar. Kimi zekat verdiği kimseyi minnet altında bırakmaya kalkıyor, kimi gösterişe kaçıyor, kimi bilmem ne!

 
alt_banner