ust_banner

sol_blok

ANA SAYFA
 
KURAN-I KERİM

HADİSLER
İNCELEME - ARAŞTIRMA
GÜNDEM YAZILAR
BAŞKA HAKİKATLER
MİFTAHU'L-CENNEH
(Cennetin Anahtarı)
<< Tamamını Oku >>
 
EKÜMENİK KUTSAL KİTAP
<< Tamamını Oku >>

Apokrif Kitaplar

Kitab-ı Mukaddes
 
Linkler
İletişim

"(Resûlüm) de ki:
Ey Ehl-i Kitap!
(Yahudi ve Hıristiyanlar!) Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse, işte o zaman; 'Şahit olunuz ki, biz Müslümanlarız' deyiniz." (Âl-i İmran S., 64)

"Çocuklarımıza İslam terbiyesini veremiyoruz"

- Nasıldı, bize de nakledebilir misiniz?

- Hatırlayabildiğim kadarıyla anlatmaya çalışayım. Hoca yaya yürümeyi çok sever. İşi olsun olmasın çoğu zaman tek başına İstanbul'u semt semt, sokak sokak dolaşır. Yürümek galiba onda bir alışkanlık… Mısır Büyükelçiliğindeki görevinden ayrılıp, İstanbul'da bir fabrikanın muhasebe bölümünde işe başlayınca ve maaşı da eski maaşının onda birine filan inince, hem geçimini kimseye boyun eğmeden sağlamak, hem de Kosova'daki annesine ve yakınlarına para gönderebilmek için hoca her gün işine saatlerce yürüyerek gider gelirmiş.

Herhalde bu yürüme alışkanlığını da ta o zamanlardan edinmiş. Neyse, bu gezip dolaşmalarından birinde yol onu İstanbul'un eski semtlerinden Draman, Balat taraflarına düşürmüş. Eğri büğrü, daracık sokaklı, sıkış fıkış bir mahalle. Gezerken önüne küçük ama şirin, bakımsız ama güzel, tarihi hoş bir cami çıkmış. Camiyi görür görmez, burada namazını kılmaya ve bu tarihi binayı biraz daha yakından tanımaya niyetlenmiş.

Avluya giriş kapısının önüne geldiğinde, bakmış mahallenin gençleri toplanmışlar, gürültü patırtı, bağırış çağırış içinde avluda top oynuyorlar. Kimseye de aldırdıkları yok. Hoca ufacık avluda, onlarca delikanlının arasında oraya buraya seken toptan ve deliler gibi koşuşturan gençlerden sakınarak şadırvana geçip abdestini almış.

Ardından "Allah, Allah, bu adam da nereden çıktı? Namaz kılacak başka yer mi bulamamış?" diye kendisine laf atan ve "Çabuk ol, Babalık, oyunumuzu bozuyorsun!" türünden sataşmalarda bulunan gençlerin arasından camiye girip namazını kılmış. Ama gürültü patırtıdan çok defa ne okuduğunu, kaç rekat kıldığını şaşırmış.

Namazdan çıkışta dayanamamış, gençlere: "Yahu gençler, cami avlusunda top oynuyorsunuz, hadi neyse ama burası bir ibadethane, hiç olmazsa namaz kılanlara da hak tanısanız, namaz kılınırken biraz daha az gürültü etseniz olmaz mı?" diyecek olmuş. Gençler, yaptıklarından utanacakları yerde, edepsizliklerini, şirretliklerini daha da artırmışlar, hakaretleri yetmiyormuş gibi, hocanın etrafını sarmışlar neredeyse dövecekler.

Tam bu sırada, hocayla aynı akran yaşlıca bir adam ortaya çıkmış, gençleri azarlayarak, hocayı ellerinden kurtarmış. Alıp dükkanına götürmüş, çay ısmarlamış. Bu adamcağızın cami avlusunun öbür sokağa bakan kapısının tam karşısında bakırcı dükkanı varmış. Bereket versin, olayları görmüş de zamanında müdahale etmiş, yoksa hocanın başına çok kötü şeyler gelmesi işten bile değilmiş. Olay üzerine biraz konuşup, olayın gerginliği ve heyecanı azaldıktan sonra, çaylar da gelmiş, iş tanışma faslına varmış.

Hoca kendisini tanıttıktan sonra kurtarıcısını da tanımak istemiş ve adını sormuş. Adam "Benim adım, Yorgo!" demesin mi? Hoca öyle şaşırmış ki, neredeyse elindeki bardak düşecek. Dükkan sahibi de bu durumun farkına varmış. "Ne o? Benim gayrimüslim olduğumu örgenince pek memnun olmadınız galiba! Çok şaşırmışa benziyorsunuz." demiş. Hoca: "Nasıl şaşırmam, beni Müslüman çocuklarının elinden bir gayrimüslim kurtarıyor. Yoksa o gençler de mi gayrimüslimdi?" diye soracak olmuş. Adam ciddi bir ifadeyle: "Hiç öyle şey olur mu? Bu gençlerin hepsi Müslüman ailelerin çocukları. Biz zaten burada birkaç aile kaldık.

Pek gencimiz de yok. Sonra biz gençlerimizin asla böyle bir edepsizlik yapmasına, ibadethaneye ve ibadet edenlere en küçük bir saygısızlıkta bulunmalarına müsaade etmeyiz. Bakın mesela bu dükkan bana babamdan kaldı. Babamla da burada yıllarca çalıştık. Biz burada bakır işi yapıyoruz. Ama hiçbir zaman ezan okunurken veya namaz kılınırken bakır dövmez, ses ve gürültü çıkaran işlerle uğraşmayız.

Başka işlerimize bakar, camide ibadet eden yoksa gürültülü işlerimizi yaparız. Biz böyle gördük, böyle yetiştik. Evet, biz Müslüman değiliz ama İslam terbiyesi almışız, bunlar ise güya Müslüman ailelerin çocukları ama maalesef İslam terbiyesi almamışlar!" demiş. Hoca bu sözlerden çok etkilenmiş. Dükkandan çıktıktan sonra yine gençlerin yanına uğramış.

Onlar da artık oyunlarını bitirmişler, kan ter içerisinde toparlanmaya başlamışlar. Biraz önceki tatsız hadisede, kendi yanlışı varsa özür dilemek istediğini belirtmiş. Onlarla biraz sohbet etmiş. Biraz samimiyeti ilerlettikten sonra bir ara onlara: "Çocuklar siz başkalarına, gördüğünüz kötü örneklere bakmayın, adam olun, adam!" deyivermiş.

Haylaz tipli gençlerden biri: "Peki babalık, siz adam oldunuz mu?" diye sormuş. Bu soru hocanın hoşuna gitmiş:"Doğrusu evladım, biz de adam olamadık ama hiç olmazsa adam gördük. Ne yazık, siz adam da göremediniz!" demiş, gençlerle konuşup, şakalaşıp, dostça ayrılmışlar. Hoca bize bu olayı anlattıktan sonra lafı getirip şöyle bağladı: "Bizim toplumumuzda eskiden gayrimüslimler bile İslam terbiyesiyle yetişirken şimdi, ne yazık ki kendi çocuklarımıza bile İslam terbiyesi veremiyoruz.

Onların ne maddi, ne de manevi ihtiyaçlarını karşılayamıyoruz. Şehirlerimiz şehir değil, okullarımız okul değil, aile yapımız iyiden iyiye bozulmuş, basın yayın organlarımız gençlerimizde ahlak ve faziletten eser bırakmamak için harıl harıl çalışıyorlar. Koca koca şehirlerimizde insanlarımızın, sosyal ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte ne oyun sahaları, ne park bahçeler, ne de yeterli araba park alanları var.

Dünyadaki düzgün şehirlerden sonra bizimkileri gören aklı başında biri, tarihi binalar dışında ne varsa hepsinin yıkılıp yeniden adam gibi bir şehir inşa edilmesinden başka çare bulamaz. Biz gençlerimize, çocuklarımıza ne verdik ki ne bekliyoruz.

Rüzgar eken fırtına biçer. İlim, ahlak ve faziletten mahrum yetiştirdiğimiz bu gençler, bize ne kötülük yapsalar yine az. Anası babası dünyanın en iyi cins yarış atı bile olsa, bir tayı iyi bir seyisin eline verip eğitmezsen, yetiştirmezsen ondan sütçü beygiri bile olmaz. Yabani bir yılkı atı olur çıkar. Dünyanın en iyi cins av köpeklerinin yavrusunu da, iyi bir avcının yanına verip eğitmezsen, kendi kendine asla iyi bir av köpeği olamaz.

Olsa olsa gelene gidene hırlayıp havlayan, zarar vermeye çalışan bir sokak köpeği olur. E bunlar insan yavrusu, adam ufağı. Yetişmeleri, milletine memleketine faydalı birer unsur olabilmeleri için çok daha büyük gayret ve fedakarlıklar gerekiyor. Esas kabahat onların değil, bütün toplumun, hepimizin! Aslında bizim gençlerimiz fıtraten çok temiz, çok asil, hakka ve doğruya çok meyyaller. Bunca olumsuzluklara rağmen yine de doğruyu bulabiliyorlar, İslama yönelebiliyorlar. Hem bunları öyle ilim adamları falan da irşad etmiş değil.

Sorup soruşturuyorum, bakıyorum hep birbirlerini irşad etmişler. Maşallah içlerinde benden daha şuurluları var. Hepsi de kabiliyetli, akıllı, zeki, pırıl pırıl çocuklar. Onları gördükçe geleceğe dönük umutlarım, beklentilerim artıyor.

Ama kabiliyetlerine göre, her sahada, hem dini ilimlerde, hem sosyal ilimlerde, hem de fen ilimlerinde, çok iyi eğitilip öğretilmeleri, belli alanlarda uzmanlaşıp derinleşmeleri, bize önder ve ışık olabilecek duruma getirilmeleri şart. Bir dava onu iyi bilenlerle kaim olur. Eğitimsiz hiçbir şey olmaz. Bunda da istisnasız hepimize büyük görevler düşüyor. "

- Çok güzel ve doğru tespitler! Bu gün benim için gerçekten çok farklı bir gündü. Hani "Gün olur, ömre bedel!" derler ya, benim için işte öyle bir gündü.

- Arkadaş sen de fazla abarttın! Bir gün, nasıl bir ömre bedel olabilir. Üstadın fıkrasında olduğu gibi biraz abartılı, uzun boylu olmadı mı? Bak, üstadın adı da öyle çok uzun boylu değilmiş. Hani Ali Yakuuuuuuuuuuuuuup değil, sadece Ali Yakup'muş.

- Vallahi dostum, hiç abarttığımı sanmıyorum. Belki az bile söyledim. Eğer ben bugün bu zat ile karşılaşmasaydım, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da yanlışlarıma, saplantılarıma, şartlanmışlıklarıma devam edecek, kendi ömrümü olduğu gibi yazılarımla ve kitaplarımla nice ömürleri de heder edecektim.

Bugüne sırf benim açımdan baktığımda ve benim için bir ömre bedel olduğunu söylüyorum. Ama zannedersem bugün tek yanlışından dönen de ben değilim. Orada bir sürü ilim ve fikir adamları, kalem kürsü sahibi kimseler, akademisyenler, politikacılar, bürokratlar da onu dinleyip etkilendiler.

İnanıyorum ki, onların arasından birçok kişi de benim gibi eski yanlışlarından dönecekler, daha isabetli söylemler geliştirebilecekler, toplumlarına daha hayırlı ve doğru hedefler gösterebilecekler, zararlı değil faydalı, yıkıcı değil yapıcı olabilecekler. Bugünü bir de o açıdan, toplam faydasını hesaba katarak düşünürsek acaba nasıl değerlendirmemiz lazım.

- Öyleyse bugün için, değil bir ömre, bir asra, bin yıla bedeldi bile desek yine de az söylemiş olacağız. Ama önemli olan laf değil icraat. Allah eyleme dönüşmeyen söyleme, yapmayacaklarını, yapamayacaklarını söyleyenlere, yapmadıkları ile övünenlere çok gazap eder, öfkelenir. İnşaallah burada konuştuklarımızdan, duyduklarımızdan, etkilendiklerimizden fiiliyatta da güzel sonuçlar çıkar. Çok zaman kaybetmişiz, yolumuz da çok uzun. Oralara normal günlerle, mutat vasıtalarla, normal yürüyüşlerle, normal çaba ve çalışmalarla varamayız. Varmak istediğimiz yere bir an önce varabilmemiz için, bize böyle bin yıla bedel nice günler lazım.
- Haklısın, çok doğru. Allah yar ve yardımcımız olsun!

 
alt_banner