ust_banner

sol_blok

ANA SAYFA
 
KURAN-I KERİM

HADİSLER
İNCELEME - ARAŞTIRMA
GÜNDEM YAZILAR
BAŞKA HAKİKATLER
MİFTAHU'L-CENNEH
(Cennetin Anahtarı)
<< Tamamını Oku >>
 
EKÜMENİK KUTSAL KİTAP
<< Tamamını Oku >>

Apokrif Kitaplar

Kitab-ı Mukaddes
 
Linkler
İletişim

"(Resûlüm) de ki:
Ey Ehl-i Kitap!
(Yahudi ve Hıristiyanlar!) Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse, işte o zaman; 'Şahit olunuz ki, biz Müslümanlarız' deyiniz." (Âl-i İmran S., 64)

Acaıplıkler / Olmaz Böyle Şey!..

(Tesniye, 34/5-8) : "Ve Rabb'in sözüne göre; Rab­b'­in ku­lu Mu­sa orada, Moab diyarında öldü. Ve Moab di­ya­rında Beyt-peor karşısındaki derede onu gömdü; fakat bugüne ka­dar kimse onun kabrini bilmez. Ve Musa öl­düğü zaman yüzyirmi yaşında idi; gözü zayıflamadı ve kuvveti eksilmedi. Ve İsrailoğulları, Moab ovasında, otuz gün Musa'ya ağ­la­dı­lar ve Musa için yas/ağlama günleri tamam oldu."

Yanlış okumadınız; Musa(a.s.)'a gelen ve Musa(a.s.)'ın in­sanlara tebliğ ettiği Tevrat(!), O'nun ölüm hikayesini an­la­­tıyor!..Açıkça anlaşılıyor ki; bugünkü Tevrat, Musa(a.s.)'a vahyedilmiş bir kitap değil, Musa(a.s.)'ın ölümünden sonra birileri tarafından kaleme alınmış muharref bir kitaptır. 

(Tekvin, 32/24-30) : "Ve Yakub yalnız başına kaldı ve se­­her sökünceye kadar bir adam onunla güreşti. Ve onu yenmediğini görünce, uyluğunun başına dokundu ve o­nunla güreşirken Ya­kub'un uyluk başı incidi. Ve de­di: Bırak gi­deyim, çünkü seher vakti oluyor. Ve dedi: Be­ni mübarek kıl­madıkça seni bırakmam. Ve ona dedi: A­dın nedir? Ve o de­di: Yakub. Ve dedi: Artık sana Ya­kub de­ğil, ancak İsrail denecek; çünkü Allah ile ve insanlarla uğraşıp yendin. Ve Yakub sorup dedi: Rica ederim, adını bildir. Ve de­di: Adımı niçin soruyorsun? Ve orada onu mübarek kıldı. Ve Yakub, o yerin adını Peniel koy­du; çünkü Allah'ı yüzyüze gördüm ve ca­nım sağ kaldı, de­di."

Yine yanlış okumadınız. Bugünkü Tevrat; tanımadığı (ve kendisini de, tanışıklık verdikten sonra tanıyabilen) Al­lah (Yahova) ile Yakub'un güreş tutmasından ve tanrı­nın tuş ol­masından söz ediyor! Daha sonra aciz ve mağ­lub tan­rı(!), güçlü ve galip Yakub'u mübarek kılıyor…Ve Yakub, yendiği tanrıya adını sorunca, tanrı (herhalde utandığından olacak) söylemiyor. Tanrılık, daha güçlü olana yakışmaz mıydı?!. 

(Tekvin, 9/20-25) : "Ve Nuh, çiftçi olmağa başladı ve bir bağ dikti ve şaraptan içip sarhoş oldu ve çadırının i­çin­de çıplak ol­du...Ve Nuh, şarabından ayıldı ve küçük oğ­lu­­nun kendisine yaptığını(…) anladı ve dedi: Kenan lanetli ol­sun; kardeşlerine kullar kulu olacaktır!"

Haşa! Sümme haşa!..Küçük oğlu, babası Nuh'a sar­hoş­ken -sonradan Nuh'u, lanet okumaya sevk edecek- ne yapmış olabilir?..Evet, yanılmadınız; bir peygamber o­la(!) Nuh, zil­zurna sarhoş oluyor ve küçük oğlu, ona te­cavüz edi­yor!.. Üs­tü kapalı ifadelerden, bu çirkinlik an­laşılmıyor mu?..

İşte, bugünkü Tevrat'ın 'peygamberlere iman' an­la­yı­şı!.. İnsanlığa hidayet, kurtuluş, ahlak ve fazilet yo­lu­nu gös­te­ren Allah elçisine -en bayağı insanların bile yapamayaca­ğı- yüz kızartıcı suçları/kepazelikleri isnat et­mek!..Halbuki Pey­gam­­berler, Allah'ın 'örnek insanlar(üsve-i hasene)' olarak gön­­der­diği elçileridir ve İs­met(günah işlememek) sıfatıyla daima muttasıftırlar. Yoksa güvenirliliğini kaybederler ve hak­­kı tebliğde hiç­bir muhatap bulamazlar.

Hal böyle iken; "Zaten dikkatlice bakıldığında görülecektir ki, Ehl-i Kitap'la (Yahudi ve Hıristiyanlarla) temel noktalarda bir­­­likteyiz. Daha meşhur ifadesiyle; 'Amentü'de ittifa­kımız var­dır... G arip olan şudur ki; ittifak ettiğimiz Amentü'yü öne ge­çirmiyor da, ihtilaf ettiğimiz teferruatı ileri sürüp mutlak küfre karşı dayanışmamıza engel olarak görüyoruz. Hal­buki, temel ittifak varken teferruattaki ihtilaflara takılıp kalmak makul de­ğil­dir." (Zaman Gazetesi, Ahmet Şahin, Sohbetler, 17 Nisan 2000) , şeklindeki ifadelere ne demeli?!. Umarız ki; bu ifadeler, -maksadı aş­mış gibi görünse de- muharref olmadan önceki ehl-i ki­ta­­­bın â­men­tüsüyle ilgilidir. Zira, -bir din alimi olarak hep istifade et­ti­ğimiz- mezkur ifadelerin sahibi olan zatın, bu ko­­nuyu bilemeyecek kadar cahil olması asla düşünülemez!..

(Tekvin, 3-16-18): "Kadına dedi: Zahmetini ve gebeli­ği­ni zi­yadesiyle çoğaltacağım, ağrı ile evlat doğuracaksın ve ar­­zun ko­ca­na olacak; o da sana hakim olacaktır. Ve Âdem'e de­­di: Karının sö­zünü dinlediğin ve ondan yemeyeceksin di­ye sana emrettiğim a­ğaçtan yediğin için toprak senin yü­zün­den lanetli oldu; öm­rü­nün bütün günlerinde zahmetle on­­dan yiyeceksin."

Bu ifadelerden anlaşıldığına göre; Cennetteki yasak mey­­­veden yemenin cezası olarak kadına, gebelik ve ağrı ile ev­lat doğurmak, kocaya arzu duymak ve kocanın hakimiyeti ve­rilmiştir. Toprak, Âdem yüzünden lânetlenmiş (toprağın su­çu neyse!..) ve topraktan zahmetle ürün elde etmek, bü­tün insanlığa irsî bir ceza olarak kalmıştır.

Anne olmayı bir mutluluk vesilesi sayması gereken bir an­ne, bunun bir işkence, doğan çocuğunun da 'Allah'ın be­lası!' olduğuna inanırsa ve çalışmaya/ziraat yapmaya 'lânet olası toprak!' tan ürün elde etmeye Allah'ın azabı ola­rak ina­nılırsa, o hayat nasıl huzur içinde yaşanabilir. Böyle inanmayı öngören bir kitap, insanlığa huzur ve mutluluk ge­ti­recek gerçek ilahi kitap olabilir mi?.. 

(Tekvin, 19/30-38): "Ve Lut, Tsoar'dan çıkıp dağda o­tur­du ve iki kızı onunla beraberdi, çünkü Tsoar'da oturmaktan korktu ve o ve iki kızı bir mağarada oturdular. Ve büyük kızı küçüğüne de­di: Babamız kocamıştır ve bütün dünyanın yoluna göre ya­nımıza girmek için memlekette er­kek yoktur, gel, babamıza şarap içirelim ve babamızdan zür­­riyeti yaşatmak için onunla yatarız. Ve o gecede baba­la­rına şarap içirdiler ve büyük kız girip babası ile yattı ve o­nun yatmasını ve kalkmasını bilmedi. Ve vaki oldu ki, ertesi gün büyük kız, küçüğüne dedi: İşte dün gece babamla yat­tım, bu gece de ona şarap içirelim ve babamızdan zürri­yet yaşatmak için gir ve onunla yat. Ve o gecede dahi ba­ba­larına şarap içirdiler ve küçük kız kalkıp onunla yattı ve o­nun yatmasını ve kalkmasını bilmedi. Lut'un iki kızı böy­le­ce babalarından gebe kaldılar. Ve büyük kız bir oğul do­ğurdu ve onun adını Moab çağırdı; o bugüne kadar Moab­lı­ların atasıdır. Ve küçük kız, o da bir oğul doğurdu ve o­nun adını Ben-ammi çağırdı, o bugüne kadar Ammon­o­ğul­larının atasıdır."

Aman ya Rabbi, daha neler duyacağız!..Bu kadarına da pes doğrusu!

Tevrat'ın anlattığı peygamberler'(!) insanlığı -adeta- yol­dan çıkarmakla; ahlaktan, iffet ve namustan kısaca, Al­lah'­tan uzaklaştırmakla görevli...

(Ayrıca, Davut Peygamberin, güzelliğine hayran olduğu evli bir kadınla nasıl zina ettiğini(hâşâ) merak ediyorsanız bkz.: İİ.Samuel: 11/2-27)

George Bernard Show ; "Yeryüzündeki en tehlikeli kitabı (Ki­tab-ı Mukaddes'i) kilit ve anahtar altında muhafaza et!" der­ken ne kadar da isabet etmiştir!..

The Plain Truth , Ekim 1977 sayısında şöyle diyor:

"Çocuklara K. Mukaddes hikayeleri okumak, onlarla seks ah­la­kını tartışmak için her çeşit farsatı da doğurabilir. Te­miz­len­memiş bir K. Mukaddes (Tevrat ve İnciller), bazı sansürlerden o­lum­­suz bir rapor alabilir!"

Doğrusu; ben de, bugünkü K. Mukaddes'in ahlaken ya­sak yayınlar arasında bulunmamasına hayret ediyorum!..

Bu hususta Tevrat'tan birkaç örnekleme daha yapalım da, konu iyice anlaşılmış olsun!..Yani bu hususta bir şüphe kalmasın: 

(İİ.Samuel, 13/1-14) 'de; Amnon isimli bir gencin, ken­di kızkardeşi Tamar 'a hastalık derecesinde aşık olduğu, ya­tak­lara düştüğü; kendisini ziyarete gelen kızkardeşinin ha­zırladığı yemeği ona takdim ederken onu yakalayıp; " G el be­nimle yat, kızkardeşim!" dediği; ancak çırpınışlarının fayda vermediği anlatıldıktan sonra; "Fakat onun sözünü dinlemek is­­temedi ve ondan daha kuvvetli olduğundan onu alçalttı ve o­nunla yattı," denmektedir. 

(Tekvin, 38/13-30) 'da; fahişelerle yatmaya düşkün bir babanın, yoldan geçerken yüzü kapalı gelinine tanımadan; "Rica ederim, gel senin yanına gireyim!" teklifinde bulunduğu; gelinin, ondan aldığı hediyeler (mühür, kaytan, deynek v.s.) kar­şılığında ondan gebe kaldığı ve sonunda onu ele ver­­diği uzun uzun anlatılmaktadır. 

(Hoşea, 4/14) 'de; "Fahişelik ettikleri zaman kızlarınızı ve zina ettikleri zaman gelinlerinizi cezalandırmayacağım," teşviki ile Çıkış: 20/14 'deki; "Zina etmeyeceksin!" yasağı ne de­­­­rece bağdaşmaktadır?..

Zinaya ve fahişeliğe teşvik eden, aile içi sapık cinsel ilişki­le­ri bir porno yayın edasıyla anlatan bir kutsal(!) kitapla kar­­şı karşıyayız...

Bu meyanda; Eski Ahid'in 'Neşîdeler Neşîdesi' bölümü baştan sona erotik bir aşk şiiri olarak karşımıza çıkmakta­dır. (*) 

(*): Neşide; şiir, nağme, ezgi anlamlarına gelir. 'Neşideler Neşidesi', neşi­de­lerin en güzeli demektir. Büyük Larousse adlı ansiklopedinin izahından da anlaşıldığı gibi; 'Eski düğün türkülerinin az çok değişikliğe uğramış biçimle­rinden esinlenen bir aşk şiirleri derlemesidir ve İ.Ö. 450'ye doğru yazılmıştır. Yahudi ve Hıristiyan geleneklerine göre; Ye­ho­va'nın İsrail'e ve seçilmiş halkın Tanrılarına olan sevgisini simgeler.' 

Süleyman'a ait olduğu zikredilerek başlayan bu kutsal-erotik(!) bölümden -hayamızın müsaadesi ölçü­sün­de­/za­ru­re­te binaen- bazı mısraları aynen aktaralım: 

"Beni, kendi ağzının öpüşleriyle öpsün;

Çünkü okşamaların şaraptan daha iyidir." (İ: 2)

...................

"Kıral, beni iç odalarına götürdü;

....................

"Senin okşamalarını, şaraptan ziyade anarız." (İ: 4)

................

"Memelerin arasında yatan,

Safi mür çıkınıdır, bana sevgilim." (İ: 13)

.................

"İki memen, sanki bir çift geyik yavrusu;

Zambaklar arasında otlayan,

İkiz ceylan yavrusu." (İV:5)

................

"Kaptın gönlümü, kızkardeşim, yavuklum!" (İV: 9)

...............

"Okşamaların ne güzel, kızkardeşim, yavuklum!

Şaraptan ne kadar hoştur okşamaların." (İV: 10)

...............

"Toplu kalçaların, sanki mücevherler." (Vİİ: 1)

...............

" G öbeğin, yuvarlak bir tas,

Onda karışık şarap eksik değil;

Karnın buğday yığını,

Zambaklarla kuşanmış." (Vİİ: 2) 

"İki memen, sanki bir çift geyik yavrusu,

İki ceylan yavrusu." (Vİİ: 3)

................

"Bu senin boyun hurma ağacına,

Memelerin de salkımlara benziyor." (Vİİ: 7)

"Hurma ağacına çıkayım,

Dallarını tutayım dedim;

Memelerin üzüm salkımları gibi olsun,

Soluğun kokusu da elma gibi." (Vİİ: 8)

"Ve ağzın, en iyi şarap gibi,

O şarap ki, uyumakta olanların dudaklarından kayıp,

Sevgilim için dümdüz akar." (Vİİ:9)

...............

"Ben duvarım, memelerim de kuleler gibi..." (Vİİİ:10) 

Bir yanlış alıntı değil bu bölümler; tekrar hatırlatalım; Ki­tab-ı Mukaddes'ten aynen aktarılmıştır. (Kitab-ı Mukaddes, Es­ki Ahit Bölümü, s.667 - 672)

Bizim bildiğimiz, gerçek kutsal metinler; insanlığı edeb, iffet, haya ve güzel ahlaka yönelterek toplumu her türlü sa­pıklıktan kurtarmak için gönderilmiştir. Tanrı ile insan ara­sındaki sevgiyi, bu şekil erotik teşbihlerle ortaya koyup, bu metni de kutsal metin diye insanlığın önüne sürmek ne de­rece uygundur?..İlahi sevginin sembolik ifadeleri olduğu id­dia edilse de bu tür bir anlatım, insanları baştan çıkarmak için yeter de artar bile!..Korunmuş/bozulmamış bir va­hiyde böyle garip çelişkiler olmamalı değil mi?..

(Çıkış, 3/22) : "Fakat her kadın, komşusundan ve evinde o­lan misafirden gümüş şeyler ve altın şeyler ve esvaplar is­­teyecek ve oğullarınızı ve kızlarınızı onlarla süsleyecek­si­niz ve Mısırlıları soyacaksınız..."

(Çıkış,12/35,36) : "Ve İsrailoğulları, Musa'nın sözüne gö­­re yaptılar...Ve Rab, Mısırlıların gözünde kavme lutuf ver­di...Ve Mı­sırlıları soydular."

Meğer, kendinden olmayanları soymak ne büyük bir tan­­rı lutfu imiş!..

(Tesniye, 7/16) : "Ve Allah'ın Rabbin sana teslim edeceği bü­tün kavmleri bitireceksin; gözün onlara acımayacak..."

(Tesniye, 12/2) : "Mülklerini alacağınız milletlerin, yük­sek dağ­lar üstünde ve tepeler üzerinde ve yeşil ağaç al­tında ilahlarına ibadet ettikleri bütün yerleri mutlaka ha­rap edeceksiniz!"

Bunlar da, Tevrat'ın; hoşgörü, insan hakları, inanç ve ibadet özgürlüğü anlayışı!..

Bakalım, bizdeki 'dinlerarası diyalog ve hoşgörü' havarileri, Yahudileri bu inanç ve davranışlarından vazgeçirebilecekler mi? Yani; inandıkları Tevrat'ı, onlara inkar ettirebilecekler mi?.. 

***

Bir de, şu ' Arz-ı Mev'ûd/Va'dedilmiş Topraklar ' sevdasından Yahudileri vazgeçirebilseler!.. 

(Tesniye, 11/24-25) : "Ayak tabanınızın basacağı her yer si­zin olacak; sınırınız çölden ve Lübnan'dan, ırmaktan, Fı­rat İr­ma­ğından G arp Denizine kadar olacaktır. Önünüze kimse duramayacak; Allah'ınız Rab, size söylediği gibi deh­şetinizi ve korkunuzu, ayak basacağınız bütün diyar ü­ze­rine koyacaktır."

(Tekvin, 15/18) : "Mısır İrmağından büyük ırmağa, Fı­rat İr­mağına kadar, bu diyarı...senin zürriyetine verdim."

'Vaadedilmiş topraklar' ın hangi bölgeleri içine aldığı ve Yahudiliğin ne olduğu konusunda önemli araştırmalara im­za atan Musevi araştırmacı İsrael Şahak , şunları kaydetmektedir:

"İsrail topraklarının Tevratsal sınırlarını(Biblical borders) gös­­te­ren farklı haritalar içinde en büyük sınırlara sahip olan versi­yon şu bölgeleri içine alır: G üneyde tüm Sina Yarımadası ve buna ek o­larak Kuzey Mısır'ın Kahire'ye uzanan bir parçası; doğuda, Ür­dün'ün tamamı ve Suudi Arabistan'ın kuzey bölgesi; Kuveyt'in tümü ve İrak'ın çok büyük bir bölümü; kuzeyde Lübnan ve Su­ri­ye'nin tamamı ve Türkiye'nin Van G ölü'ne kadar uzanan büyük bir parçası (5 vilayetimiz) ve batıda ise Kıbrıs. Bu sınırlar hakkında ya­pılmış çok geniş kapsamlı araştırmalar devlet desteğiyle at­laslara, kitaplara ve makalelere dökülmekte ve okullarda bu sınırların propagandası yapılmaktadır. Başta G uş Emunim olmak ü­ze­­­­re kimi etkili dini gruplar, sözkonusu coğrafyanın İsrail tarafından fethedilmesini istemekle kalmamakta, bu fethin ilahi bir emir olduğuna inanmaktadırlar." (İsrael Şahak; Jewish History, Jewish Reli­gion, sayfa: 9)

Öte yandan Siyonizm hareketinin kurucusu Teodor Herzl de, 1897 yılında İsviçre'nin Basel kentindeki Siyonist Kong­re'nin açılışında yaptığı konuşmada, Yahudiler için de­ği­şik bir hedef çizmiştir: "Kuzey sınırlarımız, Kapa­dok­ya'­da­ki(Orta Anadolu) dağlara kadar dayanır, güneyde Süveyş Ka­na­lına. Sloganımız: David ve Solomon'un Filistin'i olacaktır."

Yine İsrail'in ilk başbakanı David Ben Gurion da, 1948 yı­­lında İsrail Devletinin kuruluşunu ilan ettiği konuşmasında aynı haritayı çizer ve şöyle der:

"İsrail'in bugünkü haritası, İngiliz manda yönetimi tarafından çizilmiştir. Yahudi Halkının, gençlerimizin ve yetişkinlerimi­zin yerine getirmeleri gereken bir başka harita daha var. Bu harita Nil'den Fırat'a kadar olan bölgeleri kapsamaktadır..."

Haydi, Yahudileri bu siyonist emellerinden ve gayretlerinden vazgeçirin bakalım!..Ne mümkün!..Çünkü ' arz-ı mev'ud,' muharref Tevrat'tan kaynaklanan bir inançtır ve her Yahudi bu inanca sahiptir. 

***

Bugünkü Tevrat'ın, nice acaiplikle dolu muharref (bo­zul­muş) bir kitap olduğu artık iyice anlaşılmıştır. Saymakla tü­­kenmeyen 'acaiplikler' dosyamıza -çeşni kabîlinden- bir­kaç belge daha koyarak 'çelişkiler galerisi'ni biraz daha zen­gin­leştirelim:

(Tekvin, 20/2-11) 'de; İbrahim Peygamberin, karısı Sa­ra '­yı, korkusundan kral Abimelek 'e, kızkardeşi diye takdim et­tiği anlatılmaktadır.

Hz. İbrahim gibi doğruluk, cesaret, iffet timsali bir pey­gamber, mezkur Tevrat cümlelerinde; yalancılık, korkaklık ve namussuzluk gibi sıfatlarla tanıtılmaktadır.

(Tekvin, 27/19-36) 'da; Yakup Peygamberin, babası İshak Peygamberi, yalan söyleyerek aldattığı anlatılmakta­dır. 

(Tekvin, 29/16-30) 'da; babasını aldatan Hz. Yakub 'un, ka­yınbabası tarafından kandırılıp aldatıldığı ve karı edinmek istediği bir kızı için tam ondört sene kayınbabasına hiz­met ettiği belirtilmektedir:

"Bana yaptığın bu nedir? Senin yanında Rahel için hizmet et­medim mi? Öyle ise beni niçin aldattın? Ve Laban de­di: Küçük kı­zı büyüğünden evvel vermek, bizim yerde böyle olmaz. Bunun haftasını tamamla ve yanımda edece­ğin başka yedi sene daha hizmete karşılık, onu da sana veri­riz. Ve Yakup öyle yaptı,ve onun hafta­sını tamamladı ve kızı Ra­hel'i ona karı olarak verdi." (Ayrıca bkz.: Tekvin: 26/25 - 28)

Bütün bunlar, Allah tarafından insanlara önder ve reh­ber olarak gönderilen peygamberlerin izzet ve şereflerine ya­kıştırılacak şeyler mi Allah aşkına!..Amentülerimiz ne ka­dar da farklıymış değil mi?!.. 

(Tesniye, 14/21) : "Hiçbir leş yemeyeceksiniz; onu ye­sin di­ye şe­hirlerinde olan garibe verebilirsin; yahut ya­ban­cıya satabilirsin; çün­kü sen Allah'ın Rabbe mukaddes bir kavmsin."

Yüce tanrı Yahova (!), seçtiği mukaddes kavme(!) caiz gör­me­diği leşi, Yahudi olmayan herkese satmayı veya şeh­rin ga­­ribanına ikram etmeyi tavsiye buyuruyor!..Aman dik­kat; Yahudilerle alış-verişe! Kimbilir, bugüne kadar dünyaya -yal­dızlı paketler içinde- ne kadar leş ihrac etmişlerdir?..

(Tekvin, 2/2) : "Ve Allah(Yahova), yaptığı işi yedinci gün­d­e bitirdi; ve yaptığı bütün işten yedinci günde istirahat et­ti."

(Çıkış, 31/15,17) : "Altı gün iş işlenir, fakat yedinci gün­de(Cumartesi) Rabbe mukaddes rahat Septidir; Sept gü­­­nünde iş iş­leyen herkes mutlaka öldürülecektir./ O, İs­railoğulları ile benim a­ramda ebediyyen bir alamettir; çün­kü Rab gökleri ve yeri altı günde ya­rattı ve yedinci günde ra­hat etti ve dinlendi." (*)

İstirahat etme ve dinlenme ihtiyacı, yorgunluktan ve bit­kinlikten kaynaklanmaz mı? Yani bu, bir acziyet ifadesi de­ğil midir? 'Yüce Tanrı' yorulup zaman zaman istirahata çekiliyorsa; kainattaki bu muhteşem düzen nasıl devam etmektedir? Halbuki; " O(Allah), her gü(her an) yeni bir iştedir (sürekli yaratmaktadır.) " (Kur'ân-ı Kerim/Rahman Sûresi, 29) (**)

Sonra, Sept günü(cts.) çalışanların ' mutlaka öldürülmesi ' de ne demek oluyor? Allah rızası için çalışmayı da -özel an­lamdaki ibadetleri aksatmamak kaydıyla- bir ibadet ka­bul etmek yerine iş yapmayı en korkunç bir şekilde cezalandırmak, ilahi bir dinin hükmü olabilir mi? Halbuki Müs­lü­man­lık­taki Cuma, çalışmanın yasak olduğu bir gün de­ğil­dir: " Ey inananlar, Cuma günü namaz için çağrıldığı(nız) zaman, Allah'ı anmağa koşun, alışverişi(işi-gücü) bırakın. Eğer bi­lir­seniz bu, sizin için daha hayırlıdır. /Namaz kıl­dık­tan sonra yeyüzüne dağılın ve Allah'ın lutfunda(nasibi­ni­zi) a­ra­yın. Allah'ı çok zikredin ki, kurtuluşa ere­siniz. " (Cum'a Sûre­si, 9, 10)

Esasen; Yahudilik'te tanrı inancı, temel sayılmamakta ve birinci derecede önem arz etmemektedir. Türkiye Yahu­di­le­­­ri'­nin yayın organı olan Şalom Gazetesinde bu husus şöy­le açıklanmaktadır: 

(*): Bu cümle, yine Eski Ahit'in şu cümleleriyle aynı zamanda çelişmiyor mu? “Bilmedin mi? İşitmedin mi? Ebedî Allah, Rab; bütün dünyayı yaratan, za­yıf­la­maz ve yorulmaz; onun anlayışının derinliğine erilmez.” (Yeşaya 40:28)

(**): Şu Kur'an ayeti, bu husustaki Yahudi inancına bir cevaptır/düzeltmedir: “And olsun Biz. gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize, hiçbir yorgunluk çök­medi.” (Kâf Sûresi, 38)

"Tanrı'ya inanmak, Yahudiliğin temel başlangıç noktası de­ğildir. Resul Jeremiah bile İsrail'in başkaldırısını, Tan­rı'­nın ağ­­­zın­dan şöyle anlatır: 'Beni terk ettiler ve kanunlarımı uy­gu­la­ma­­dı­lar'. Eski hahamların, bu sözü yorumlama şekli ise; 'İnançlarından vazgeçsinler ama kanunları uygulasınlar' olmuştur." (Şalom, 8 Mart 1989)

Bu duruma göre; hahamların gözünde, kanunları uygulamak, tanrı inancından daha önemlidir. Halbuki hak bir din­de hiçbirşey Allah inancından daha mühim olamaz. Di­nin amacı -zaten- insanları Allah'a yaklaştırmak değil mi­dir?  

(İİ. Samuel, 22/8,9) : "O(Rab) öfkelendi/ Burnundan du­man yükseldi; ağzından ateş yiyip bitirdi; ondan közler tu­­tuş­tular."

Allah'ın öfkesini anlatmak için O'nu -hâşâ- böyle kor­kunç bir canavara mı benzetmek gerekir?.. 

(Mezmurlar, 78/65) : "O zaman Rab, uyanan adam gi­bi, şa­raptan bağıran yiğit gibi uyandı."

Şu benzetmedeki çarpıklığa ve mantıksızlığa bakınız; 'Tan­­rı', saldırgan bir sarhoşa benzetiliyor. Güya Rabb'in yü­ce­­liği vurgulanıyor!..

(Tesniye, 25/11, 12) : "Adamlar, birbiriyle kavga eder­ken, bi­ri­nin karısı yaklaşıp kocasını dövenin elinden onu kurtarmak için elini uzatır ve onu utanılacak yerle­rinden tutarsa; / o zaman ka­dının elini keseceksin, gözün ona acımayacaktır."

Biraz ağır bir ceza değil mi?!. Kadın, -koruma ve sahip çık­ma psikolojisi içinde- doğal olarak kocasına sahip çı­kar­ken adamın utanılacak yerini tutmuş olabilir. Herhangi bir zarar vermese de acımadan elini kesmek, gerçekten a­da­letsizlik değil mi?.. 

(Tesniye, 25/5-10) : "Eğer kardeşler birlikte oturur­lar­sa ve on­lardan biri ölürse ve onun oğlu yoksa, ölenin ka­rı­­sı dı­şarıda ya­bancı bir adama varmayacaktır; kocasının kar­deşi ona yaklaşacak ve kendisine karı olmak için onu a­la­cak ve ona kayınbiraderlik va­zifesini yapacaktır. / Ve vaki o­la­­cak ki, kadının doğuracağı ilk o­ğul, ölen kardeşinin a­dıyla onun yerini tutacaktır ve onun adı İsrail'den silinme­yecektir. /Ve eğer o adam, kardeşinin karısını al­mak istemezse, o zaman kardeşinin karısı kapıya, ihtiyarların ya­nı­na çıkacak ve diyecek: 'Kayınbiraderim, İsrail'de kardeşinin a­dını yaşatmaktan çekiniyor; bana kayınbiraderlik vazifesini yapmak istemiyor.' /O zaman şehrin ihtiyarları onu ça­ğı­rıp kendisine söy­leyecektir ve eğer durup; 'onu almak is­temem' derse / o zaman ih­tiyarların önünde kardeşinin ka­rı­­sı onun yanına gelecek ve onun ayağından çarığını çıka­racak ve onun yüzüne tükürecek ve ce­vap verip diyecek: 'Kardeşinin evini bina etmeyen adama böyle yapılır.' / Ve İsrail'de onun adı; 'çarığı çıkarılanın evi' çağırılacaktır."

Bu uygulama da son derece çirkin ve gayr-i insani değil mi­dir? İrkçı duygularla bir insanı kardeşinin hanımıyla zor­la evlendirmeye kalkmanın; eğer kabul etmezse onu aşa­ğılamanın ve toplumdan dışlamanın aklî, psikolojik, ilmi ve di­­ni bir izahı olabilir mi?

İnsan fıtratına uygun, bozulmamış ilahi bir dinde böyle bir garabet olabilir mi?..Kardeşinin hanımını -kocası öl­dük­ten sonra- himaye etmek içi(ya da normal bir evlilik ak­­diy­le) -karşılıklı rıza varsa- nikahlamakla, muharref Tev­rat'­­ta anlatılan dayatma çok farklı şeylerdir.

“İnsanın yeryüzünde ortaya çıkmış olduğu tarih, yaklaşık olarak bile bilinmemektedir. Fakat Hıristiyan takvimi­nin ba­şın­da(milattan) en az onbin yıl öncesine ait ol­du­ğunda hiç­bir şüpheye mahal bulunmayan ve insanlara ait olan ka­lın­tılar keşfedilmiştir. Dolayısıyla Kitab-ı Mu­kad­des'­in Tek­vin Babının, insanın başlangıcını (Hz.­dem'­in yara­tı­lışını) İsa'dan 37 yüzyıl kadar öncesine yerleştiren tarihe ve soya ait bilgilerini, bilimle bağdaştırmak mümkün de­ğil­dir. Bi­lim, gelecekte belki de, şimdiki tahminlerimizden da­ha ile­ri tarihî tesbitler getirebilir. Fakat onun, 1975 yılında, Ya­hu­di Takviminin öne sürdüğü gibi, insanın yeryüzünde ilk olarak 5736 yıl önce göründüğünü ispat edemeyeceğinden kesinlikle emin olabiliriz. Şu halde; insanlığın yaşı konu­sun­da Kitab-ı Mukaddes'in verdiği bilgiler yanlış­tır.” (Ki­tab-ı Mukaddes, Kur'an ve Bilim, s.11) 

Tekvin, 1/ 11-13 : “Ve Tanrı dedi: ‘Yer, yeşilliklerle yeşillen­sin; otlar, türlerine göre tohum taşısın; ağaçlar, türlerine göre to­hum­larını ihtiva eden meyveler versin.' Ve tanrı, bunun güzel ol­du­ğunu gördü. Bir akşam ve bir sabah oldu: Üçüncü gün.”

“Henüz Güneş yaratılmada(Tekvin, bunun dördüncü gün­­­de olacağını bildirir) ve gecelerle gündüzlerin ardarda gel­me­si başlamadan önce, tohumlarla çoğalan iyice düzenlenmiş bir bitki ör­tüsünün bulunması hiçbir surette savunulamaz.” (a.­g. e., s.48) 

Tekvin, 1/14-19 : “Tanrı dedi: ‘Gök kubbesinde, gündüzle ge­ceyi ayırmak için ışıklı yıldızlar olsun; bayramlar için olduğu gibi senelerin günleri için de işaret olmaya yarasınlar; yeri aydınlatmak için gök kubbesinde ışıklı yıldızlar olsunlar.' Ve böyle oldu. Tanrı, iki büyük ışıklı yıldız yarattı: gündüzün gücü olarak büyük yıldızı, gecenin gücü olarak küçük yıldızı ve öbür yıldızları. Tanrı, yeryüzünü aydınlatmak için, gündüzü ve geceyi yönetmek ve ay­dın­lıkla karanlıkları ayırmak için, onları gök kubbesine yerleştirdi ve Tanrı bunun güzel olduğunu gördü. Bir akşam ve bir sabah ol­du: Dördüncü gün.”

“Yer ile Ay, bilindiği gibi; başlangıçta Güneş'ten çıkmış­lardır. Güneş'in ve Ay'ın yaratılışını, Yer'den sonraya koymak; Güneş Sisteminin unsurlarının teşekkülü konusundaki, sağlam bir biçimde ispatlanmış bilgilere tamamen zıttır.” (a.g.e., s.48)

 
alt_banner