ust_banner

sol_blok

ANA SAYFA
 
KURAN-I KERİM

HADİSLER
İNCELEME - ARAŞTIRMA
GÜNDEM YAZILAR
BAŞKA HAKİKATLER
MİFTAHU'L-CENNEH
(Cennetin Anahtarı)
<< Tamamını Oku >>
 
EKÜMENİK KUTSAL KİTAP
<< Tamamını Oku >>

Apokrif Kitaplar

Kitab-ı Mukaddes
 
Linkler
İletişim

"(Resûlüm) de ki:
Ey Ehl-i Kitap!
(Yahudi ve Hıristiyanlar!) Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse, işte o zaman; 'Şahit olunuz ki, biz Müslümanlarız' deyiniz." (Âl-i İmran S., 64)

'DİNLERARASI DİYALOG İÇİN PAPALIK KONSEYİ' MİSYONUNUN BİR PARÇASI OLMAK
YA DA
'UCUZ CENNET' DAĞITANLAR

Dinlerarası Diyaloğun Açık Hedefi / Bize Ne Bundan!?

Misyonerlerin -tabir caizse- cirit attığı ve alabildiğine Hı­­ris­­tiyanlık propagandası yapılan bir dünyada yaşamaya a­de­ta mahkum edilmişiz. 'Dinlerarası diyalog ve hoşgörü' sloganla­rıyla dünyayı Hıristiyanlaştırma ve Batı'nın iyice kölesi ha­li­ne sokma projesi adım adım uygulanmak istenmektedir. Pa­pa II. John Paul 'un 2000 yılına girerken (24 Aralık) yayınladığı mesajdan da bu acı gerçeği zaten anlamak müm­kündür: "Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırdı. İkinci bir yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya'yı Hıristiyanlaştıralım."

Yine; ilk defa 1962'de toplanan ve 2. ve 3. oturumu 6 A­ğus­­­tos 1964'de yapılan II. Vatikan Konsili 'nin bu iki oturumu arasında Papa VI. Paul 'ün, temel konusu "Diyalog" olan "Ecclesiam Suam" isimli genelgesinden sonra aynı çizgiyi takip eden papa II. John Paul'ün 1991 yılında ilan ettiği "Redemptoris Missio(Kurtarıcı Misyon)" isimli genelgesinde ay­nen şöyle deniyordu:

"Dinlerarası diyolog, Kilise'nin bütün insanları Kilise'ye dön­dürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır...Bu misyon aslında Me­sih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yö­neliktir. Tanrı, Mesih vasıtasıyla bütün insanları kendine çağırmakta, vahyinin ve sevgisinin mükemmelliğini onlarla paylaşmak istemektedir...Bu açıklamalar yapılırken, kurtuluşun Mesih'ten gel­diği ve diyalogun evangelizasyon (misyon)dan ayrılmadığı ger­çeği gözardı edilmemiştir." (John Paul II, Redemptoris Missio - Encyclical Letter of the Supreme Pontiff on the Permanent Validity of the Church's Missionary Mandate-Libreria Editrice Vaticana, Roma 1991)

1964 yılında 2. Vatikan Konsili esnasında Papa VI. Paul '­ün talimatıyla kurulan 'Hıristiyan Olmayanlar Sek­reter­yası' nın 1973 yılında sekreterlik görevine getirilen Pietro Rossano , Sekreterya'nın yayın organı Bulletin 'deki bir yazısında, yine aynı amaçtan kılpayı sapmadan şunu belirtiyordu:

"Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki bu faaliyeti, kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil'i öğreten bir cemaat olarak ya­pıyoruz. kilisenin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilise'nin İncil'i yayma amaçlı misyonunun çer­çevesi içinde yer alır."

1984 yılından beri "Hıristiyan Olmayanlar Sekreter­yası" ­nın başkanlığını yapan Kardinal Francis Arinze ise, geçmişten bugüne gelinen noktayı anlatırken; "Papa VI. Paul'ün vizyo­nu gerçekleşmektedir. Çünkü dinlerarası diyalog, kilise misyo­nu­nun normal bir parçası olarak görülmektedir," diyordu. (Francis A. Arinze, Prospects of Evangelization With Reference to the Areas of the Non-Christian Religions, Twenty Years After Vatikan II. Bulletin, 59/XX-2, 1985, 124)

Hırıstiyanlığın batıl ve sömürgeci yüzünün iyice ortaya çıktığı ve insanlığın tek kurtarıcı din olan İslam'a yöneldiği bir demde, Papalığın -bazı İslami çevre ve Müslüman dü­şünürleri kullanarak- sahneye koyduğu 'Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü" senaryosu -ne yazık ki- beklenen -menfi- seme­resini vermeye başlamıştır. Bugün artık Hırıstiyanlık ve Ya­hu­diliğin de hak din olduğunu savunan gafil (belki de kötü maksatlı) insanların sayısı artmaktadır.

Senaryo, öylesine başarıyla uygulanmıştır ki; aşırı ümide kapılan (ifrat derecesinde ümitvar olan) bazıları, bu diya­logtan (aslında monologtan) din adına (güya İslam adına) fay­da­lanacaklarını umarken, Papalık -bugünkü Hırıs­ti­yan­lı­ğın hak din olduğunu kabullendirdikten sonra- onları ba­tıl ve cehennemlik ilan ediverdi!..Nasıl mı? Dünya basınına yan­sıyan şu önemli haberi, okumayanlar için hatırlatalım ve birlikte düşünelim:

"Son 38 yıldır başlattığı 'Dinlerarası Diyalog' kavramı ile 'dinlerin eşitliği'nden dem vuran Vatikan, maskesini indirerek gerçek yüzünü tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdi...ABD'nin önde gelen gazetelerinden ' Washington Post ' G azetesinde yayınlanan haber­de; Vatikan'ın dinlerarası eşitliği reddettiği belirtildi...Vatikan, Papa 2. John Paul tarafından onaylanan teolojik belgeyle; insanlığın kurtuluşu için tek yolun Katolik Mezhebi olduğunu ve diğer dinlerin Katoliklikle eşit olmadığını ilan etti. Vatikan İnanç Dok­t­rini Kurulu tarafından hazırlanan raporda, Hırıstiyan olma­yan­ların kurtarılması gerektiği, ancak kurtarılma şanslarının düşük olduğu iddia edildi. G erçek dinin sadece Katolik Mezhebi Ki­lise­sin­de yaşandığı savunulan belgede, Katolik inancının diğer tüm inançların anası olduğu öne sürüldü. Belgede, 'dini görecelilik' o­la­rak tanımlanan 'dinde farklılık' anlayışı ise tamamen redde­di­liyor. Vatikan'ın dini doktrinle ilgili bir numaralı yetkilisi Kar­di­nal Joseph Ratzinger , belgeyi tanıtmak üzere düzenlediği basın top­lantısında; 'bazı teologların, tüm dinleri eşit görerek hoş­gö­rü­nün sınırlarını aştıklarını ve amacından saptıklarını' iddia et­ti." (Ye­ni Mesaj Gazetesi, 08 Eylül 2000)

Halbuki, II . Vatikan Konsili Kararları ndan birinde; Hıris­ti­yanlığın dışında da kurtuluşun olabileceği, bunun da ba­şında İslamiyetin geldiği belirtilmişti. (Bkz.: Christianity and other Religions, ed.: John Hick and Brian Hebblethwaite, Philadelphia, Fortress Press, 1988 s. 82-83) Ne var ki, kilise, bu konudaki kendi kara­rın­dan daha sonra vazgeçmiştir. (Dinler Arası Diyalog, Mus­ta­fa Köy­lü, s.137-138)

Şimdi -İslamiyet şöyle dursun- Papalığa göre; Hıris­ti­yan­lı­ğın diğer mezheplerinde olmak bile kurtuluş için ye­terli sayılmıyor; sadece Katolik mezhebinden olanlar kurtulabiliyor!..

Böylece, dinlerarası diyalog konusunda papalığın hiç de samimi olmadığı, bilakis bir oyun ve aldatmaca içinde oldu­ğu anlaşılmıyor mu?..

Yahudi ve Hıristiyanlar Kimin Cennetine Girecekler?

'Cehennemi lüzumsuz görüp ucuz Cennet' dağıtarak bu­gün­kü Hıristiyan ve Yahudilerin de Cennet'e girebilece­ği inan­cı­nı yaymanın Kur'anî/İslamî hiçbir dayanağı yoktur.

Bir inanç ve ibadet sistemi, bize Cennet'i kazandırabil­dikten sonra, o dinin ve kitabının batıl olması düşü­nüle­bi­lir mi?..Halbuki Cenab-ı Allah, gönderdiği 'Son Kitap'ta/ Kur'an'da bakınız ne buyuruyor:

" Yahudiler; 'Üzeyr, Allah'ın oğludur' dediler. Hıris­ti­yan­lar da; 'Mesih(İsa) Allah'ın oğludur' dediler. Bu, onların a­ğız­larıyla geveledikleri sözleridir. (Sözlerini), önceden in­kar etmiş(olan müşrik)lerin sözlerine benzetiyorlar. Allah, onları kahretsin; nasıl da (haktan batıla) çevri­liyor­lar !.." (Tev­­be S.,30)

" Hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan ayrı rabler edin­diler; Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa kendilerine, yalnız tek tanrı olan Allah'a ibadet etmeleri emredilmişti. Ondan baş­ka tanrı yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden mü­nezzehtir ." (Tevbe S.31)

Bu ayetlerde, Yahudi ve Hıristiyanların ne büyük bir sa­pık­lık içinde oldukları ve bu sapıklıktan dolayı Allah'ın kah­­rı­na uğradıkları açıkça beyan buyruluyor.

" Andolsun; 'Allah ancak Meryem oğlu Mesih(İsa)'tir' di­yenler elbette 'kafir' olmuşlardır. Halbuki Mesih demişti ki; 'Ey İsrailoğulları; benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Al­lah'a kulluk edin. Zira kim Allah'a ortak koşarsa mu­hak­kak ki, Allah ona 'cenneti haram etmiştir' ve onun varacağı yer ateştir; zalimlerin yardımcıları yoktur .'"/"A llah, üçün ü­çün­­cüsüdür(Teslis) diyenler, elbette 'kafir' olmuşlardır . Oy­sa yal­nız bir tek tanrı vardır; başka tanrı yoktur. Bu de­dik­le­rinden vazgeçmezlerse, elbette onlardan inkar edenle­re acı bir azap dokunacaktır. " (Maide S. 72, 73)

Büyük müfessir Elmalılı M. Hamdi Yazır , Bakara Sûre­si­nin 221. ayetini açıklarken, bugünkü Yahudi ve Hıris­ti­yan­la­rın gerçekte 'müşrik' oldukları tesbitini yapmakta ve şu izahatı getirmektedir:

"Müşrik, Kur'an dilinde iki anlama gelir ki, biri zahiri, diğeri hakikidir. Zahiri müşrik, açıktan açığa Allah'a ortak koşan, birden fazla ilah olduğu kanaatinde olanlardır. Bu anlama göre, ki­tap ehline müşrik denmez. Hakiki müşrik de, gerçekten tevhidi ve İslam dinini inkar edenler, yani mü'min olmayan gayr-i Müs­limlerdir. Bu anlama göre, kitap ehli olan Yahudiler ve hırıstiyanlar da müşriktirler. Çünkü bunlar, dıştan tevhide inandıklarını ileri sürmelerine rağmen, gerçekte Allah'ın çocuğu olduğu ka­na­a­tindedirler. Hıristiyanlar, teslise inanırlar ve ' Mesih, Allah'ın oğ­ludur, ' demişlerdir. Yahudiler de, ' Üzeyr, Allah'ın oğludur, ' de­miş­ler­dir. Böyle demekle birlikte onlar, tevhide inandıklarını da iddia e­derler. Demek ki; her ikisi de dıştan dışa müşrik değillerse de, ger­çekte müşriktirler. Bunun için mutlak olarak müşrik de­nil­di­ği ve özellikle iman karşılığında söylendiği zaman, mutlak an­lamı üzere kullanılmış demektir ve genel olarak kafirleri kapsar." (Elmalılı M. Ham­di Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Azim Dağıtım, c.2, sh. 94-95)

Bakınız, Sevgili Peygamberimiz(s.a.v.) bu hususta neler bu­yuruyor:

" Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemin olsun ki; bu ümmette hiçbir kimsenin Yahudi veya Hıristiyan ol­du­ğu­nu duymak istemiyorum. Eğer böyle bir kişi, bana inanmadan önce ölürse o ancak cehennemliktir. " (Sahih-i Müslim, Kitabü'l-İman, bab:70 / Zadü'l-Mesir, İ.365 / Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, İ.363)

" Ümmetimden veya Yahudilerden ya da Hıristi­yan­lar­dan her kim, benim peygamber olduğumu işitir de bana i­man etmezse o kişi cennete giremeyecektir. " (Ahmed İbn Han­bel, Müsned, IV.396 / Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, II.266)

Rabbü'l-âlemin'in 'kafir ve cehennemlik' olarak ilan et­tiklerini Cennet'e sokma yetkisini kim kendinde görebi­lir?!.Kimin merhameti, Allah'ın rahmet ve merhame­tinden daha üstün olabilir!? Yoksa bizim bilmediğimiz yeni tanrılar mı türedi!? 'Çağdaş Hoşgörü Tanrıları' (!)...

" De ki: 'Ey Ehl-i Kitap(Yahudi ve Hıristiyanlar)! Bizim ve si­zin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allah'a tapalım, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; birimiz, diğerini Alllah'tan başka tanrı edinmesin' ." (Al-i İmran S.,64)

Yahudi ve Hıristiyanlar hak üzere iseler ve Allah'a şirk koşmuyorlarsa, C. Allah onlar hakkında -haşa- boş sözler mi be­yan ediyor?! Haşa, Allah onlara iftira mı ediyor?..

Hıristiyanlıktaki "Teslis: Üçleme" inancı, İsa'yı Allah'ın oğ­lu ve aynı zamanda "Allah" olarak kabullenmek, apaçık şirk değilse nedir?.. "İmdi siz gidip bütün milletlere öğretin. Onları baba, oğul ve ruhu'l-kuds namına vaftiz edin." (Matta İncili, 28/19) Bu cümlelerin, şirke bulaşmadan yorumunu kim yapabi­lir?..

Kaldı ki, yukarıdaki ayetler nazil olduğu zaman, Hıris­ti­yan iken sonradan Müslüman olan Adiy b. Hâtem ; "Ya Ra­su­­lellah! Biz din büyüklerimize tapmazdık" deyince Allah Resulü; "Onlar bir şeyi helal ve haram kılarlar; siz de onların de­dik­lerine uymaz mı idiniz? İşte bu, onlara tapmak demektir," bu­yurmuşlardır.

Öyleyse; yeri göğü yarattıktan sonra aciz düşüp yorulan ve istirahata çekilen Yahova mı gerçek olan Allah!?: "Ve Al­lah(Yahova), yaptığı işi yedinci günde bitirdi ve bütün işten yedin­ci günde istirahat etti." (Tevrat; Tekvin, 2/2)

Ve geleceği bilememe/görememe cehaletiyle ma'lul o­la­rak yanlış kararlar veren ve sonunda pişman olan ve sö­zünde durmayan(yalancı) bir tanrı mı gerçek Allah olacak?!.. "Ve Rab gördü ki, yeryüzünde adamın kötülüğü çoktu ve hergün yüreğinin düşünceleri ve kuruntuları ancak kötü idi. Ve Rab, yeryüzünde adamı yaptığına nadim(pişman) oldu ve yüre­ğinde acı duydu. Ve Rab dedi: Yarattığım adamı ve hayvanla­rı, sürünenleri ve göklerin kuşlarını toprağın yüzü üzerinden sileceğim; çünkü onları yaptığıma nadim oldum." (Tevrat; Tekvin, 6 / 5,­ 6, 7)

Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın ayetlerinden anlaşılan odur ki; İslam'ın/Kur'an'ın Allah'ı(c.c.), bugünkü (muharref: bo­­­zul­muş/değiştirilmiş) Tevrat ve İncillere inananların şirk­­te (kü­­fürde) ve cehennemlik olduklarını beyan ediyor.

Bugünkü Yahudi ve Hıristiyanlar; Kur'an'ın, esmâ ve sı­fatlarını zihinlerde/gönüllerde hiçbir şüphe bırakmayacak bir açıklıkla beyan ettiği Allah'a inanmadıklarına ve özellikleri tamamen farklı -uydurma- bir tanrıya inandıklarına göre; kimin cennetine girecekler? Mesih'in mi, Yahova'nın mı yoksa Allah'ın mı?..Çünkü üç dindeki 'tanrı' inancı ta­ma­men farklılık arzediyor.

Hal böyle olunca, zihinleri/gönülleri bulandırmanın hiç­­bir anlamı yoktur. Bütün dinlerin inanç esaslarını ortaya koymak ve gerçek olan Allah'ın hükmüne tabi ve razı ol­maktan başka çare yoktur.

Cenab-ı Allah'ın sebeplerini de zikrederek "küfürde ve ce­hen­nemlik" olarak zikrettiği batıl din mensuplarını beyan et­mekten kimilerini alıkoyan nedir?..

Bazı ayetleri saptırarak bugünkü Hıristiyan ve Yahu­di­le­rin de cennete girebileceğini savunanlar, Bakara Sûresi 62. ayetini delil göstermektedirler. Şimdi bu ayeti, tefsiriyle birlikte sunarak ilahi muradın gerçekte ne olduğunu arz edelim:

" İman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabiilerden kim Allah'a ve ahiret gününe iman ederse ve sâlih amel iş­lerse elbette onlar için Rab'leri katında mükafatlar vardır. On­lara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir ."

Bu ayet-i kerime; Resulullah'ı bekleyen fakat geldiğini bilmeyen ve Hıristiyanlık kuralları üzerine ibadet eden sa­mi­mi dindarların iman ehli olduğuna delildir. Ayetin nüzul sebebi şöyledir:

" Hz.Selman-ı Farisî , dini konuda daima arayış içinde o­lan birisidir. İslamiyet'e girmeden evvel, Hıristiyan olup bu dinin mensuplarıyla birlikte bulunmuştur. Bu esnada Re­su­lullah'ın geleceğini Hıristiyanlık inancına göre beklemekteydi. Birgün Hz.Selman çobanlık yaparken, arkadaşlarından Medine'de bir peygamberin olduğunu yani Resu­lul­lah'­ın varlığını haber aldı. Bunun üzerine Hz.Selman, Me­di­ne'ye giderek Resulullah'ı gördü. Efendimiz onu görünce ni­çin geldiğini anladı. Elbisesini aşağıya sarkıttı ve nübüv­vet mührünü ortaya çıkardı. Bunun üzerine Selman, Resu­lul­lah(s.a.v.) ile konuştu.

Sonra bir koyun aldı, pişirdi. Biraz ekmekle Resulullah'a getirdi. Peygamber; 'Bu ne?' diye sordu. Selman; 'sadaka,' de­­yince Peygamberimiz; 'Benim buna ihtiyacım yoktur, götür Müslümanlar yesin,' buyurdu. Sonra Selman, et ve ekmek a­lıp Resulullah'a getirdi. Efendimiz yine sordu: 'Bu nedir?' O­ da; 'hediye' deyince, Selman'a; 'Otur, beraber yiyelim,' dedi ve yediler.

Beklenen peygamberin bu vasıfları taşıyacağını bilen ve buna inanan Selman, şehadet getirerek Müslüman oldu. Sonra Hz.Selman konuşurken Peygamberimize, kilisede i­ba­­det eden eski arkadaşlarından bahsetti. 'Namaz kılarlar, o­ruç tutarlar, sana inanırlar, senin peygamber olarak gönderilece­ğine şahitlik ederler. Fakat şu an onlar Hıris­ti­yan­dırlar,' dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz; 'Onlar cehennemliktir,' bu­yur­du. Bu beyan Selman-ı Farisî'ye çok ağır geldi. Çok yo­rulduğunu ve de üzüldüğünü beyan etti. 'Ya Resulallah! On­lar sana kavuşsalardı seni tasdik eder ve sana uyarlardı,' dedi. İş­te bu hadise üzerine Bakara Sûresi'nin 62. ayeti kerimesi nazil oldu. Bunun üzerine Hz.Selman ; 'Sanki sırtımdan bir dağ kaldırıldı,' buyurdu." (Ca­miu'l-Beyan fi-Tefsiri'l-Kur'an, c.1, s. 254-256)

Açık bir şekilde görüldüğü üzere; ayette, Resulullah'ı bek­leyen, O'na ve getirdiği dine girmeye iştiyak duyan an­cak O'ndan haberdar olmayan Yahudi ve Hıristiyanlar kas­te­dilmektedir.

Bugün de, Yahudi ve Hıristiyanlar içerisinde Son Pey­gam­ber'in geldiğini duymayan bazı kimseler olduğunu varsayarsak bu kimselerin de teslis akidesine değil Tevhid i­nan­cına sahip olduğunu farz edersek; işte bu ayet, bu zümreyi içine almaktadır. Bunların içinde -milyonda bir bile ol­sa- Son Peygamber'i duymamış ancak Tevhid akidesine sa­hip biri olabilir.

Aslında gerçek Ehl-i Kitap; son peygamber olan Hz.Mu­ham­med 'in geleceğini bilen ve O'nu bekleyenlerdir. ( Ra­hip Bahira gibi) Çünkü Sâf Sûresi 6. ayette buyurulduğu gi­bi Hz.İsa ; 'İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim. Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ah­med adındaki bir peygamberi de müjdeleyici olarak gel­dim ,' demektedir. Dolayısıyla bu ayete göre; Hıris­tiyan­lar, Hz.Muhammed'i beklemek durumundadır. Nitekim Ba­ka­ra Sûresi 62. ayette kastedilen Hz.Selman'ın arka­daş­la­rı da, Son Peygamber'i bekleyenlerdendir. Ve ayet onlar i­çin inmiştir.

Buna rağmen yine de Ehl-i Kitabın içinde Son Peygam­ber'in gelişinden haberi olmayanlar olabileceğini varsayar­sak -ki iletişimin bu derece gelişmiş olduğu bu devirde Hz.Mu­ham­med'in adını ve misyonunu duymayan kim olabilir?- Cenab-ı Hak, işte o istisnaların da Bakara Sûresi 62. a­yetine göre kur­­tulmuş olduklarını beyan etmektedir.

Yoksa; eğer muharref kitaplara inanan Yahudi ve Hı­ris­ti­yanlar kurtulmuş olsalardı, Allah(c.c.), onlara uymayı ve on­larla dost olmayı şiddetle men eder miydi? İşte bu husustaki apaçık ayetler:

" Sen, onların kendi dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden asla razı olmazlar. 'Asıl doğru yol, Allah'ın yoludur,' de. Sana gelen ilimden sonra eğer on­­­ların arzularına uyacak olursan; andolsun ki, Allah'tan sa­­­na ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz ." (el-Bakara, 120)

“Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kafirleri dost edinme­yin. Allah'tan korkun; eğer müminler iseniz.” (el-Maide, 57)

" Ey inananlar! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinme­yin. Onlar, birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost tutarsa, o onlardandır. Şüphesiz Allah, zalim toplumu doğ­ru yola iletmez ." (el-Maide, 51)

TESLİMİYETÇİ BİR DİYALOG ÖNCÜLÜĞÜ MÜ?
( YA DA NASIL BİR DİYALOG?.. )

‘Yeni Bir Hıristiyanlaştırma Dalgası' Değilse Papalık, Diyalog Konusunda Samimiyetini İspatlamalıdır... 

“Dinlerarası diyalog ve hoşgörü” hususunda; -zaman zaman mak­sadı aşan ifadeler sadır olmasına rağmen- bu misyonun ül­ke­­miz­de öncülüğünü yapan kardeşlerimizin teslimiyetçi ol­ma­­dık­la­rı ve ölçülü yaklaşım sergiledikleri kana­a­ti öne çı­ka­rılmaktadır. ‘İslam-Hıristiyan Diyaloğu' üzerine Zaman gaze­te­sin­de 7 gün tefrika edilen Ai Ünal 'a ait yazıda şöyle denmektedir:

“ (Papa Jean Paul, 1993 Ekim'inde papalığa seçilişinin 15'inci yı­lı münasebetiyle İtalyan Radyo-Televizyonu'nun kendisine yö­nelttiği sorulara yazılı olarak cevap vermiş ve bundan ‘Ümidin Eşi­ği­ni Aşarken' isimli önemli kitap çıkmıştır.) Papa (bu kitapta) , İs­lam ülkelerinde tarih boyu Hıristiyanların hiç maruz bıra­kıl­madığı ve bugün de maruz olmadığı birtakım ‘korkunç de­recede can sıkıcı' baskılardan bahsediyorsa da; kimsenin in­kar edemeyeceği asıl gerçek; tarih boyunca Hıristiyanla­rın Müslümanlara reva gördükleri muameleler­dir... M. Ha­mi­dul­lah Hocanın şu sözünü nakletmek yerinde olacaktır: ‘Şa­yet bugünün gayr-i müslim devletlerinde yaşayan Müslüman azınlıklar, İslam'ın zımmilere tanıdığı haklardan faydalanabilse­lerdi, çok mutlu olurlardı!'

Bu hususta sözü fazla uzatmak istemiyoruz. Şu anda bile Ce­zayir'de, Bosna-Hersek'te, Çeçenistan'da olup bitenler or­tadadır. Bütün bunların karşısında diyalog çağrılarına uy­gun olarak papalığın birşey yapmasını beklerdik. İsrail'i över ve Yahudiler'i ağabeyleri kabul ederken; Filistin'in maz­lum Müslümanları hakkında da hiç olmazsa bir cümle sarf etmesini umardık.

Makul, samimi ve ciddi bir diyalog için kilise; asırlardır Müslümanlar nezdinde uyandırdığı intibâı silmek adına bir jest yapmalıdır. Bu intibâı, Prof. Haydar Bammat şöyle ifa­de ediyor:

‘Aldanmadan iddia edebiliriz ki; Asya'da, Afrika'da büyük Ba­tı­lı devletler tarafından insafsızca istismar edilmiş olan yüzmil­yonlarca esir insanın karşısında Hıristiyanlık, kendine düşen va­zi­feyi yapmamış bulunuyor. Muzdarip insanlığa çok yakın bir sulh ve iyilik devri vaad etmiş olan bu din, kurulmuş olan kiliselerin yar­dımıyla siyasi baskının, istismarcı müstemlekeciliğin tesirli bir va­sıtası haline getirilmiş; tepeden tırnağa kadar silahlı askerleri, sır­tında müstemleke halkına satılmak için en âdi mallarla takip eden tüccar; onun arkasından gelen ve elindeki İncil ile müstemlekecilerin yaptıkları bütün hareketleri doğrulayan, hiç değilse on­la­ra cesaret veren misyoner; Afrikalılar ve Asyalılar için zalimlerin dininin hazin bir timsalinden başka birşey değildir.' ” (Zaman gazetesi, 17 Mayıs 1995, s.17)

Aynı gazetedeki yazı dizisinin devamında aynı yazar, bi­zim de endişelerimize tercüman olarak; “Samimi bir diyalog için geçmişte yapılanlar bir bakıma unutulabilir. Fakat diyalog, yeni bir Hıristiyanlaştırma dalgası olarak görülme­mek şartıyla. Bu da mümkün mü?..” diyor ve papanın adı geçen kitabından a­lın­tılarla bunun mümkün olamayaca­ğını ispatlamış oluyor:

“İnsanlara İncil'in öğretilerini götürmek için yeni ve bü­yük bir başlangıç, çeşitli yollarla Kilisenin şu anda hayatının i­çine girmektedir. Bu iş zaten hiçbir zaman durmamıştır. Tar­sus'lu Pavlos 'un; ‘Eğer İncil'i tebliğ etmezsem, yazıklar olsun ba­na!' sözü, Kilise tarihinin her dönemi için geçerlidir...İki­bin yılına yaklaşırken, dünyamız İncil'e karşı acil ihtiyaç du­yuyor. İncil'i tebliğ misyonu, Kilisenin asli bir parçasıdır. İ­kinci Vatikan Konsil'i, bu hususu renkli bir tarzda ifade et­miştir: Kilise, mahiyeti gereği misyonerdir.” (a. g. gazete, 18 Ma­yıs 1995, s.17)

Değerli yazar, -papanın ve Papalığın belli niyetine rağmen- sa­mimi ve şartlı bir diyalog çağrısı yaparak şunu söylemektedir:

“Eğer Papalık ve daha geniş manada Hıristiyan Dünya; ‘yeni dünya düzeni' adı altında yeni bir ‘gizli' sömürgeleştirme teşebbüsüne arka çıkmaya­cak ve Batı'nın maddi ve askeri kuvvetine dini destek verme gibi, asırlarca işlenmiş bir hatayı tekrarlamayacaksa; Müslümanlar, herkesle her zeminde diyaloğa hazırdır.” (a. g. gazete, 19 Ma­yıs 1995, s.17)

Tabii ki, iyice düşünmek lazım: Hıristiyanlığın karakte­ristik özelliği haline gelmiş ve asırlarca dindarlık adına uy­gu­­­lanmış bir hatadan Papalığın vazgeçmesi ne derece müm­kün olabilecektir?..

Yine, Aksiyon Dergisinin dinlerarası diyaloğu kapak ko­nu­su olarak ele aldığı bir sayısında, editörün işaret ettiği en­dişe hala geçerliliğini devam ettirmektedir:

“1963 Konsili'nden sonra açıklanan maddeler ve Vatikan'ın tu­tumunun biraz daha netleşmesi lazım. Şu andaki haliyle, birçok kimse; ‘Acaba diyalog, misyonerliğin yeni adı mı?' demekten kendi­ni alamıyor.” (Aksiyon, sayı: 63, s.3)

Aynı dergide, Dinler Tarihi Hocası Prof. Dr. Ömer Fa­ruk Harman , şu tesbit ve endişeleri ortaya koyuyor:

“Müslümanlar, diyalog konusunda şüpheye düşmekte haklı­dırlar. Çünkü Müslümanlar arasındaki Hıristiyanlaş­tır­ma faa­li­yetlerinin hâlâ devam etmesi, diyalog konusunda ne kadar samimi olunduğunu gösteriyor. II. Vatikan Konsili'nde hem diyalog gün­deme geliyor hem de, kiliselerin görevinin kıyamete kadar Hı­ristiyanlığı yaymak olduğu vurgulanıyor. Sonra, diyalog faa­li­yetinde yer alan simaların bazıları, daha önce İslam Ülkelerinde İs­lam'a karşı Hıristiyan misyonerliği yapmış kişilerdir. Tüm bunlar nazara alındığında; diyalog, misyonerliğin yeni şekli mi? diye düşünüyor insan...” (a.g. Dergi, s.27)

Prof. Dr. Suat Yıldırım da; ‘diyaloğun arkasındaki gizli ya­yıl­macılığın gözlerden kaçmaması gerektiğini savunuyor ve ‘diyalog çalışmalarının asıl doğuracağı tehlikenin hakikatin iza­f­î­leşmesi olduğu' nu vurgulayarak; “Dinin mutlak bir karakteri vardır ve onu şahsi görüşten ayıran da budur...Bana göre; ne ki­li­se ne de başka bir sistem, insanı olduğu gibi kabul etme iddiasında samimi degildir,” diyor.( a.g. Dergi, s.30) 

Hangi Hususlarda Diyalog Yapılabilir?

İtikadi ve dinin temel hususlarında İslam'ın, Hıristiyan­lık'­tan ya da başka hiçbir dinden faydalanması mümkün de­­ğildir. Zira İslam'ın itikadi ve temel hükümleri aklı/man­tı­ğı zorlamayacak derecede berrak ve şüpheden beridir. An­cak Hıristiyanlığın, bu meyanda İslam'dan istifade ede­rek bazı düzeltmelere gitmesi son derece doğaldır.

[Alman­ya'­daki Dortmund Üniversitesi İlahiyat Profe­sö­rü Paul Schwarzenau ; “Hıristiyanlar İçin Kur'an Bilgisi: Müs­lü­manların Mukaddes Kitabına G iriş” adlı kitabında; Kur'an'ın, diğer dinlerin birleştirilmesi ve eksiklerinin tamamlanması ko­nusundaki önemi üzerinde duruyor. Schwarzenau'ya gö­re, Kur'an'ın, inanç konusunda İncil'den daha kesin ve a­çık hükümler içermesi onu özel kılıyor. “Çünkü,” diyor ki­ta­­bında; “İncil'deki Allah tarifi, tezat ve yanlışlarla doludur. Eski me­tinlerle yenileri arasında farklılıklar vardır.”

Hıristiyanların, bir an önce taassubu bırakmaları ve Kur'an'ı can kulağı ile dinlemeleri gerektiğini vurgulamadan da ge­çe­miyor. (Bkz.: Aksiyon Dergisi, sayı, 63; s.25) ]

Ancak, İlahiyatçı Prof. Bekir Karlığa , zikredilen hususta bir diyaloğun doğru olmadığını vurgulayarak şöyle diyor:

“Diyalog çağrılarına belli düzlemlerde karşılık verebilmeli. Fa­kat bu çağrılara, asla Hıristiyanlığın geleneksel Tanrı inancını terk ettiği, Yaratıcı'yı ‘tek'lik bağlamında İslam'daki Tevhid akidesine yaklaştırdığı gibi sonuçlar yüklememeliyiz...Diyalog sürecindeki ya­­kınlaşmaları ileri götürüp Hıristiyanlık'taki temel inanç esas­la­rı­nın değişimi ihtimali üzerinde durursak; hem kendimizi kandırırız hem de onları rencide ederiz.” (a.g. Dergi, s.29)

St. Antoin Kilisesi Pederi Summit Alphonso ; “Sağlıklı bir di­yalog, karşısındakinin dinini değiştirme arzusu taşımamalı,” di­yor ve ekliyor: “Diyalog adıyla başlatılan çalışmaların amacı; Müs­lümanlar'ın ve Hıristiyanlar'ın kendi kimliklerini muhafaza etmekle beraber, bir işbirliği ortamı sağlamaya çalışmak ve bunun so­nuçlarından insanlık için faydalı verimler elde etmektir.” (a.g. Dergi, s.28)

Öyleyse hangi konularda işbirliği yapmak yararlı olabilir? ‘Diyalog' hakkındaki görüşlerini açıklarken -dolayısıyla- bu konuya da temas eden yazar Ali Bulaç şunları söylüyor:

“Bazı insanlar, dinlerarası karşılıklı görüşmeleri, komplo teorileri çerçevesinde ya ‘bütün dinleri birleştirme' gibi saçma bir amaca hizmet etme teşebbüsü olarak yorumlamakta ya da Hıristiyan Dün­ya­nın Müslümanları kandırmaya çalışması olarak görmektedir. Her iki düşünce de yanlıştır. Zira dinlerin aşkın birliği gerçeği dı­şında; mevcut formları, öğretileri ve şekilleriyle bütün dinleri birleş­tirmek ve bunların halitası olarak yeni bir din tesis etmek mümkün değildir. Buna ancak saf hümanistler veya deistler inanabilir. Müs­lümanlar da, Hıristiyan Dünyanın tuzağına düşecek kadar safdil kimseler değildir.

Bunun yanında Katolik Dünyasına mensup çok sayıda din a­da­mı; ateizm, porno, fuhuş, ailenin çözülmesi, eşcinsellik, uyuşturucu, alkolizm, tüketim kültürü ve insanların içine yuvarlandığı hiçlik(nihilizm) karşısında dinlerin ortak bir tutum içinde olma­sı­nı istemektedirler. Şüphesiz bu saydığımız dejenerasyonlar, İslam Dini için de büyük problemlerdir.

Elbette geçmişte kilisenin, sömürgecilere yardımcı olduğunu, Haç­lı Savaşlarını kışkırttığını ve İslam Dünyası'na karşı köklü bir ön­yargının tesisinde önemli rol oynadığını unutmamak lazım. An­cak bazı Hıristiyan teolog ve din adamlarına göre; bunları tekrar tekrar gündeme getirmenin yeni husumetlere yol açmaktan başka faydası yoktur.

İçinde bulunduğumuz süreç; bütün dinleri, inancı tehdit et­mekte, insan türünü çürütmektedir. Böyle bir süreçte; samimi dini çevreler arasında karşılıklı bir görüş alışverişinin zararı değil ya­rarı olur.” (Aksiyon Dergisi, sayı, 71; s.28)

Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz , bir he­yetle 14-18 Haziran 2000 tarihinde Vatikana yaptığı ziyaret sırasındaki görüşmelerinde de aynı hususları vurgulamış ve ‘diyalog' hususunda üzerlerine düşen görevi yerine ge­tir­me gayreti içinde olacaklarını belirtmiştir. Yılmaz, Pa­palık Dinlerarası Diyalog Konseyi Başkanı Kardinal Francis Arin­ze ile görüşmesi sırasında şunları söylemiştir:

“Dünya barışının sağlanması için dinlerarası diyalogun önemine inanıyorum. Diyalog, değişik kültür ve dinlerdeki insanların birbirlerini daha iyi anlamalarını ve tanımalarını sağlayacaktır. Küreselleşme sonucunda dünya büyük bir köy haline gelmiştir. Böy­le bir ortamda siyasi, askeri, ekonomik alanlarda yapılagelen u­luslararası anlaşmalara, dinlerarası anlaşmaların da katılması ye­rinde olacaktır. Bu bakımdan dinlerarası diyalog çalışmaları bir seçenek değil, zorunluluk halini almıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak, dinlerarası diyalog konusunda çalışmalar yapmak üzere bir ünite kurmuş bulunuyoruz...

Boşlukta olan gençlerin büyük bir kısmı, uyuşturucu müptelası oluyorlar, bir takım kötü alışkanlıklara düşüyorlar. Bu konuda da gençliği korumak için din mensuplarının hamle yapmalarının ge­rektiğine inanıyorum. Dinlerin kurduğu dünyada huzur, birlik, ba­rış ve kardeşlik vardır...” (Bkz.: Diyanet/Aylık Dergi, sayı, 115; s.10-11)

Fethullah Gülen'in ‘Diyalog' Hakkındaki Görüşü

Gazeteci Nuriye Akman 'ın, -rahatsızlığı sebebiyle uzun sü­re­dir Ameri­ka'­da ikamet etmekte bulunan- F. Gülen ile yap­tığı geniş rö­portajın konumuzla ilgili kısmını aynen ak­tar­mamız; di­ya­loğun öncülüğünü yapan bir zatın bu husustaki son gö­rüşlerini anlamak bakımından önemli olacaktır:

"Diyalog ve hoşgörü adına değişik kiliselere gidilip; 'Gelin Kur'­an'ı beraber okuyalım,' deniliyor. Değişik yerlerde; 'Siz de bizim İn­cil derslerimize iştirak edin,' diyorlar. Bu karşılıklı olur. Sizin ken­di değerlerinizden şüpheniz varsa, Kur'an'a olan güveniniz ve itimadınız hemen sarsılacaksa böyle mâil-i inhidam olan bir inanç bu­gün olmazsa yarın yıkılacak. Varsın yıkılsın. Ama sağlam inan­mışsanız, kimsenin size birşey bulaştırmayacağına inanıyorsanız kor­kunuz olmamalı. Değişik yerlere gidiliyor. Ruhani reislerle gö­rü­şülüyor. Çağın başındaki büyük insan, büyük düşünür, fikir mi­marı diyor ki; ' Hıristiyanlarla medar-ı münakaşa meseleleri bahsetmemek lazım .' Anlaşma ve uzlaşma düşünüyorsanız bunları konuşmamak lazım. Diyalog çabasındaki insanlar da, o isti­ka­mette hareket ediyorlar. Çok kimse bugün -Hıristiyan Müslü­man diyebileceğim çerçeve içinde mütalaa edilebilir bunlar- 'Ben Hz.İsa'ya inanıyorum, peygamberdir. Fakat Hz.Muhammed, Al­lah'ın son peygamberidir. Kur'an-ı Kerim de kitab-ı münzeldir,' diyor. Hiçbir Müslüman'ın dinini değiştirip Hıristiyan olduğunu ha­tırlamıyorum; ama dünya kadar insanın ihtida ettiğini hatırlıyorum.

Ben bu hoşgörü ve diyalog mevzuunda değişik insanlar gör­düm. 'Acaba iyi yapıyor muyum, yapmıyor muyum?' diye şüpheye dü­şenler oldu. Ama başta Efendimiz, Hıristiyanlara karşı çok iyi dav­ranıyor. Hz.Ömer, Filistin'i fethettiği zaman hem Hıristiyan­la­ra hem de Yahudilere karşı çok iyi davranmış. Selahaddin-i Eyyu­bi, onlara karşı çok iyi davranmış. Fatih, İstanbul'u fethedince, Or­todokslar ve Ermeniler; ‘Batı barbarlığından kurtulduk,' de­mişler, Müslümanların müsamahasını, hoşgörüsünü görünce.

Seleflerimiz var bu mevzuda. Bediüzzaman, Vatikan'a mektup yazmış. Aynı zamanda Ortodokslara mektup yazmış. Onlardan ce­va­bî mektuplar almış. Bayram tebriği almış. Hoşgörü içinde olma­nın yollarıdır bunlar. Ama bununla beraber; 'acaba iyi ediyor mu­yuz, yanlış anlaşılır mı bu mesele?' diye oturup bir yerde hıçkıra hıç­­kıra ağladığımı bilirim. Fakat uçakta giderken yanımda olan insanlardan birisi eğildi kulağıma, -isim vermeyeceğim- 'Ben sen­den saklayamam ki, La ilahe illallah Muhammedün Rasulüllah,' dedi. Onlardan birisi dedi bana bunu. On tane şahidim var bu me­se­leyle ilgili. Dünya kadar insan var, burada grup halinde ge­zi­yorlar. Tabirleri de şudur: ‘Kur'an, kitab-ı münzeldir, Allah'ın indirdiği bir kitaptır.'

Bana bir arkadaşım geldi dedi ki: 'Bunlar; biz Hıristiyanız, di­yor­lar; ama falan yerde ekip halinde Peygamberimiz ve Kur'an'ın propagandasını yapıyorlar. Biz Hıristiyanız demeyin, diyeyim mi onlara?' Ben, 'Hayır' dedim. ‘Öyle dediğiniz zaman siz taraf olursunuz. Sözleriniz o derece tesirli olmaz.' Efendimiz'in kabulü çok ö­nem­lidir. Necip Fazıl, ya Pascal için veya bir başka düşünür için, çok hayranlık duyduğundan; ‘Limana kadar geldi gemiyi ka­çır­dı,' derdi. Şimdi O'nun gemisine binmek çok önemlidir. Sadi , Bos­tan'­ında; ‘ O ümmete ne gam var ki, O'nun gemisine binmişler. O geminin kaptanı O'dur! ,' diyor. Onu dedirtmek çok önemlidir. Binlerce insana 'La ilahe illallah Muhammedün Rasulüllah' de­dirtilmişse şayet...

Burada Katolik kilisesindeki bir direktörün, hocalık yapan bir arkadaşımızla arasında geçen bir olayı anlatayım: Arkadaşımız an­latıyor: 'Direktör bir keresinde; Ben derse giremeyeceğim. Dersi­me sen gir, dedi. Hocam, dedim; derse gireyim ama ben ne anlatayım ora­da? Canım, ne anlatacağım var mı? Gir Fatiha'yı anlat. Si­zin­le bizim aramızda müşterek bir sûredir bu, dedi. Ben de girdim, onun sınıfında Hıristiyanlara Fatiha'yı anlattım. Hiçbir tepki al­ma­dım. Takdir aldım. Birgün yanına gittim. Odasında oturuyor­du. Elinde Kur'an, okuyordu. Ne yapıyorsunuz? dedim. Kur'an-ı Ke­rim okuyorum, dedi. Ama bilesiniz; sizin Eski Ahid'i okudu­ğu­nuz gibi sadece bilgi edinmek için değil, Kur'an Allah'ın kitabı olduğu için sevap kazanayım diye okuyorum.'

Şimdi eğer elit sınıf arasında bu kadar bir yumuşaklık meyda­na getirmişse, bence bu kazançtır. Bunu sadece inananlarla, ihtida edenlerle ölçmemek de lazım. Müslümanlığı şöyle böyle kabul eden­leri de bu işin içinde düşünmek lazım. 'Kur'an, Allah'ın kela­mı olabilir,' diyenleri bu işin içinde mütalaa etmek lazım. 'Hz. Mu­hammed, peygamber olabilir,' diyenleri de. Bunlar çok önemli şeyler. Bu nesilden sonra gelecek nesiller vardır. Siz bu uçurumları bugün kapamazsanız yarın kendinizi, doğru düşüncelerinizi ifade etme imkanını bulamazsınız. Şimdiye kadar hep uçurumlarla birbirimize karşı uzak durmuşuz. Onlar gelsinler diye beklemişiz. Öyle değildir mesele. Uçurumların kapatılması lazım. Üstad diyor ki: ' Bir yerde, Hıristiyan'a ve Yahudi'ye değil, kafire kafir demek doğ­ru değildir, su-i edeptir, saygısızlıktır .' Bu ne terbiyedir, bu ne keşiftir, bu ne tespittir! Şimdi bunlar, ehl-i kitap. Onlara hitabında Kur'an; ' Ya ehlelkitap! ' diyor. Hiç kimsenin yapmadığı bir yo­ru­mu yapıyor, 'ya ehlelmektep!' diyor. 'Siz okumuş insanlarsınız. G e­lin bir kelimede, Allah kelimesinde birleşelim.' O ayete öyle yo­rum getiriyor. Bunu binlerce insan bilir. Bu çerçevede bir hoşgörü aktivitesi, faaliyeti sürdürülüyor. Her platform değerlendiriliyor.” ( Zaman Gazetesi, 30 . 03 . 2004 )

‘Dinlerarası Diyalog'ta Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar

- Din mensupları arasındaki müsbet diyaloğun, istismar e­dilerek tek taraflı bir çıkara dönüştürülmesine müsaade et­memek. Yani; diyaloğun, monoloğa dönüşerek misyonerliğin bir fırsat alanı haline gelmesine imkan vermemek.

- Diyalog faaliyetleri esnasında, İslam'ın izzet ve şerefini temsil hususunda daima hassas davranmak ve bu hususta asla tavizkar olmamak.

- Diyalog; karşılıklı barış, karşılıklı merhamet, karşılıklı i­yi niyet ve karşılıklı adalet ilkesine dayanmalıdır. Zira Kur'an'­­­ın mesajı bunu gerektirmektedir:

Eğer onlar, barışa yaklaşırlarsa sen de ona yaklaş. Al­lah'­a tevekkül et. Çünkü O; işitendir, bilendir. ” (el-Enfal, 65)

“Artık onlar, sizi bırakıp bir kenara çekilir de sizinle sa­vaşmazlar ise; bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yola girme hakkı vermemiştir.” (en-Nisa, 90)

“Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara karşı âdil dav­ran­manızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.” (el-Mümtehine, 8)

Yukarıdaki son ayet; Hz.Ebubekr'in kızı Esma 'nın, Mek­ke'­de kalan müşrik annesinin kendisini ziyarete gelmesini reddetmesi üzerine nazil olmuştur.

Bu ve diğer ayetlerden; Müslümanların, gayr-i Müs­lim­lerle -belli şartlarda- beşeri ve sosyal münasebetler kurma­sı­nın(diyaloğa gir­mesinin) hatta onlara iyilik yapmasının ve onlara ada­let­li davranmasının gerekliliği anlaşılmaktadır.

1 Yahudi ve Hıristiyanlarla beşeri ve kültürel ilişkileri­miz­­de(diyalog faaliyetlerimizde); onların inanç ve karakterlerini -Müslümanlara yakınlık ba­kı­mından- ortaya koyan şu ayet-i kerimeyi daima öl­çü al­mak:

“İnsanlar içerisinde, inananlara en yaman düşman ola­rak Yahudileri ve (Allah'a) ortak koşanları bulursun. İna­nan­la­ra sevgice en yakınları da; ‘Biz, Hıristiyanlarız,' diyenleri bulursun. Çünkü onların içlerinde keşişler ve rahipler var­dır ve onlar büyüklük taslamazlar.” (el-Maide, 82)

1 Diyalog; Müslümanyn izzet ve ºiaryna yakyºmayan bir takym korkulara, bazy menfaatlerin ziyan görece?i endiºesine da­yan­mamalydyr. Kur?an?yn ºu ma?nidar uyarysy unu­tulmamalydyr:

" Kalblerinde hastalık bulunanların: 'Başımıza bir felâ­ke­tin gelmesinden korkuyoruz,' diyerek onların(Ya­hu­di ve Hı­ristiyanların) arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih, yahut katından bir emir getirecek de on­lar, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklar­dır. " (el-Maide, 52)

1 Ve Ehl-i Kitapla münasebetlerimiz ve ‘diyaloglarımız,' biz­­leri İslam'ı tebliğden/İslam'ı üstün kılma gayretinden alıkoymamalıdır.

Diyalog ortamlarında doğrudan tebliğ, diyalog adabına uygun düşmese de; sair zamanlarda -ve her fırsatta- Müs­lü­man, tebliğden(Kitap Ehliyle mücadeleden) geri durmamalı ve İslam'ı üstün kılma gayreti içinde olmalıdır:

İçlerinden zulmedenleri hariç, Kitap Ehliyle (Yahudi ve Hı­ris­ti­yanlarla) ancak en güzel tarzda mücadele edin ve de­yin ki; ‘Bize in­dirilene de, size indirilene de inandık. Tan­rı­mız ve tanrınız bir­dir ve biz O'na teslim olanlarız. ” (el-Anke­but, 46)

O, Rasulünü, hidayetle ve hak dinle gönderdi ki; (Al­lah'­a) ortak koşanlar hoşlanmasa da, o (hak di) ni, bütün dinlerin üs­tüne çıkarsın. ” (et-Tevbe, 33; es-Saff, 9)

Tebliğ, hiçbir zaman diyaloğa engel değildir. Çünkü her din mensubu, -doğal olarak- dinini yaymak isteyecektir. Dün­ya çapında misyonerlik ağı kurmuş ve binlerce icazetli mis­yoneri bulunan Hıristiyanların, bu faaliyetlerinden vaz ge­çe­ceğini beklemek de safdillik olmaz mı?

Öyleyse; her din mensubunun, kendi dinini samimi bir şekilde yaşaması ve -kötü emellerine alet etmeden/istismar emeden- tebliğ etmesinde bir sakınca görülmemelidir. Za­ten biz istemesek de, herkes kendi dinini -gizli ya da açıktan ve çeşitli imkanlarla- tebliğ etmektedir.

Bizim burada asıl üzerinde durduğumuz önemli husus; din mensupları arasındaki samimi diyaloglardan, bütün din­ler ve insanlık adına sağlamamız gereken faydalardır.

Diyalog çalışmalarının uluslararası öncülüğünü ‘Papa­lık' ne niyetle yapmış olursa olsun; Müslümanların bu ve­sile ile insanlığa sunacağı -belki de tarihin menfi akışını de­ğiştirecek- önemli mesajları olacaktır.

Çeşitli dinlerin mensupları arasındaki diyalog, hoşgörü ve bu giri­şimlerden insanlık yararına kazanımlar çıkarma a­dına ya­pılan faaliyetlerde, bugüne kadar bazı teknik ve us­lup hataları yapılmış olabilir. Elbetteki hiçbir insan, yanılmaz ve lâ­yüs'el değildir. Önemli olan; hatalardan vaz­ge­çe­rek gelece­ğe yönelik daha akıllı ve daha verimli adımlar ata­bilmektir.
 
alt_banner