ust_banner

sol_blok

ANA SAYFA
 
KURAN-I KERİM

HADİSLER
İNCELEME - ARAŞTIRMA
GÜNDEM YAZILAR
BAŞKA HAKİKATLER
MİFTAHU'L-CENNEH
(Cennetin Anahtarı)
<< Tamamını Oku >>
 
EKÜMENİK KUTSAL KİTAP
<< Tamamını Oku >>

Apokrif Kitaplar

Kitab-ı Mukaddes
 
Linkler
İletişim

"(Resûlüm) de ki:
Ey Ehl-i Kitap!
(Yahudi ve Hıristiyanlar!) Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse, işte o zaman; 'Şahit olunuz ki, biz Müslümanlarız' deyiniz." (Âl-i İmran S., 64)

ÇARPIK BİR İDDİA ve
AHZAP SÛRESİ'NİN YİRMİ ÜÇÜNCÜ AYETİ
YA DA KUR'AN NE EKSİK NE DE FAZLADIR

'Ayet' ve 'sûre'nin ne anlama geldiğini bilemeyecek ka­dar Kur'an cahili olan (ya da iddiasını kasten abartan) J. Gıl­chrıst'ın bir tutarsız iddiasını daha cevaplarken Kela­mul­lah'a imanımızı iyice kavileştirmiş olalım. Cahil misyoner Gıl­chrıst diyor ki:

"Hafsa'nın nüshasının kopyaları, çoğaltılıp çeşitli yerlere dağıtıldıktan sonra, bu metni ilk yazan ve sonra bundan yapılan kopyalar üzerinde çalışan aynı Zeyd İbn-i Sabit, bu son metinlere aktarılması unutulmuş bir sûre(!) hatırlar. Diğer bütün elyazısı me­tinler yakılıp ortadan kaldırıldıktan sonra Hafsa'nın nüshası tüm dünyaya Kur'an'ın doğru, mükemmel ve sağlam tek metni olarak dağıtıldı. Ama şimdi aradan epey bir zaman geçtikten sonra Zeyd, bu Kur'an'a kaydedilmemiş bir sure(!) hatırlıyor. Bu da doğal olarak bizi Hafsa'nın nüshasının her ayrıntısında tam ve sağlam bir Kur'an olmadığı sonucuna götürüyor. Kur'an'ın bugün kabul edilen Arapça metni bile Hz.Osman'ın, Zeydi bütün İs­­lam dünyasında okunacak gerçek bir Kur'an metni hazırlamakla görevlendirdiği zaman mevcut olan, Hafsa'nınki de dahil ol­mak üzere bütün Kurán nüshalarından farklıdır...Kur'an'ın bu­günkü metninin her ayrıntısında gerçek, güvenilir ve tam ol­du­ğu­na inanılıyorsa, o zaman Hz.Ebubekir, Ömer'in yönetimleri dö­neminde tam bir Kur'an'ın mevcut olmadığı da kabul edilmelidir. Ya da, ilk iki halife dönemlerinde Kur'an'ın gerçek, güvenilir ve tam bir nüshası mevcut idiyse, o zaman Kur'an'ın bugünkü metnine ilaveler yapılmış olmalıdır. Çünkü sûre 33:23, birbirleriyle çe­lişkili Kur'an'ların yakılmasından sonra, Hz.Osman'ın yönetimi dö­neminde epey bir zaman Hafsa'nın nüs­ha­sın­da kesinlikle yer almıyordu."

Bu iddiada 'sûre' diye söz edilen, Ahzab Sûresi'nin 23. ayetidir. Öte yandan; söz konusu ayetin Mushaf'a yazılması; istinsah işinden, yani Hafsa'nın nüshasının çoğaltılıp "tüm dünyaya gönderilmesi"nden öncedir. Yani, Kur'an'ın mü­kemmel ilk nüshası henüz oluşma safhasındadır. Zikre­di­len iddia, misyonerce ve ustaca yapılan büyük bir çarpıtma­dır. Kur'an'ı iyice tanımayanların zihinlerinde bu gibi iddia­ların ne büyük ve acı bir tesir bırakabileceğini düşü­ne­bi­liyor musunuz?..Öyleyse misyonerler, işlerini iyi biliyorlar? Ya bizler, iman ettiğimiz kitabımızı ne kadar tanıyoruz? O Kitab'a ne kadar yakınız? Kur'an, hayatımızın ne kadarına yön veriyor? Bunların iyi bir muhasebesini hala yapmayacak mıyız?..

Evet, biz yine sadede dönelim. Önceden de belirttiğimiz gi­bi; Hz.Ebubekir döneminde cem' edilen ve daha sonra Hafsa'ya intikal eden ilk nüsha, tek harf(vecih, kıraat) üze­re yazılmış değildi ve sûrelerin tertibi yapılmamıştı. Uzun süre muhafaza edilen bu nüshanın yazılarında dökülme ve silinme de olabilirdi. Onun için çoğaltma kararı verilince, Zeyd'in başkanlığındaki seçkin heyet, Hafsa'nın nüshasını ciddi bir tetkikten geçirdiler. Nitekim, Ahzab suresinin 23. ayetinin yerinde yazılı olarak durmadığı tesbit edildi. Dik­kat edilirse, bu ayetin varlığı yeni keşfedilmiş değil; hafı­za­lar­da mevcut ve yıllardır ezbere okunuyor. Bu ayetin, daha sonra ilk nüshada bulunamaması, zaten ezberlere yerleşmiş Kur'an'ın varlığına ve mükemmelliğine hiçbir zarar verememiştir.

Bu konudaki rivayet şöyledir: "Zeyd b. Sabit demiştir ki; '(Kur'an'ı istinsah ederken) ben, (Hafsa'nın yanındaki Kur'­an'­ın yazılı) sahifeleri (nin suretlerini) mushaflara naklettim de, el- Ah­zab (suresin)den bir ayet ki, Resulullah(s.a.v.)'den onu okudu­ğunu her zaman işittiğim halde kaybetmiştim. Ve o ayeti (yazılı o­la­rak) bulamamıştım; yalnız, Peygamberimizin, tek başına şehadetini iki kimsenin şehadetine denk tuttuğu Ensardan Huzeyme'nin ya­nında buldum. (En son onu da, heyetin kararıyla mushaftaki sû­resine koyduk) O ayet de, Allah'ın; mine'l-mü'minine ricalün... kav­lidir.'"(Tecrid-i Sarih Tercemesi, Vİ-İİ, 273 / Buhari, c.6, s.98-99)

Bu hadisin zahirinden, zikredilen ayetin istinsah esna­sında yerine konduğu anlaşılsa da, Hz.Ebubekir zamanındaki ilk nüshada yerleştirildiğini savunanlar da vardır. Me­se­la, Ebu Cafer et-Taberi, İbnu Atiyye'nin; "O, son toplamada kaybolmuştur; fakat birinci cem'de kaybolmuş olması da daha sa­hihtir," dediğini rivayet ediyor.(Mukaddimetân, s.274) Kita­bü'­l-­Mebani'de de aynı görüş hakimdir.

Rivayetlerde ve yorumlarda ifade edilen her ne olursa ol­­­sun; bütün tarihi belgelerden, bugünkü elimizde bulunan Kur'an-ı Azimüşşan'ın ne eksikliğinin, ne de faz­la­lı­ğı­nın söz konusu olmadığı kesinlikle anlaşılmaktadır.


SÖZÜN ÖZÜ

Kur'an; -Tevrat ve İncil'in aksine- nazil olmaya başladığı an­dan itibaren zapt u rapt altına alınmış ve muhafaza e­dil­miştir. Bu gerçek, inkarcılarca da malumdu. Buna işaret e­den bir ayetin meali şöyledir:

"Dediler ki; '(Bu Kur'an) evvelkilerin masallarıdır, on­ları yazdırmış, sabah-akşam onlar kendisine okunuyor."(Fur­kan Sûresi, 5)

Hicretten önce 8. yılda Hz.Ömer, kız kardeşi Fatıma'nın evinde 'Tâhâ' ve 'Tekvir' sûrelerinin yazılı olduğu sahifeleri bulmuş, okunan ayetler karşısında ürpermiş ve sonra da Müs­lüman olmuştu. Bu hadise de, Kur'an'ın başlangıcından beri yazıldığını gösteren tarihi bir belgedir.

Peygamberimiz(Hz.Muhammed), meleğin(Cebrail) teb­liğ et­tiği vahyi ezberliyor, sonra vahiy katiplerinden birini ça­ğı­rarak [Vahiy katipleri, 26 veya 42 kişi idi.(Ali b. Bürhanü'd-Din el-Ha­le­­bi, es-Siretü'l-Halebiyye, 1320, İİİ.326)] gelen kısmı, ait olduğu yeri de tayin ederek yazdırıyordu.(Zerkeşi, Burhan, İ.238)

Nakillerden iyice anlaşıldığı üzere; Peygamber Efen­di­miz, muhtemel bir yanlışlığı düzeltmek için, gelen vahyi yazdırdıktan sonra katipten okumasını istiyordu. Kendisine okunarak mukabele görmüş bu metin, Resulullah'a teslim edilip hane-i saadette muhafaza ediliyordu. Ashaptan iste­yenler, sonra kendileri için, onlardan şahsi nüshalar istinsah ediyorlardı.(M. Hamidullah, Kur'an-ı Kerim Tarihi, s.43)

Hz.Peygamber, yeni indirilen her vahiy metnini önce er­kekler, müteakiben de kadınlar cemaatine okuyup tebliğ e­der­di.(a.g.e. s.43, n.1'de İbn İshak, Sire'den)

Kur'an metnini yazanlar da, parçayı, hem ezberliyor, hem de yazılı olarak evlerinde bulunduruyorlardı. Yazma bil­meyen ve şahsi nüshası olmayan mü'minler; Hz.Peygam­berin namaz, vaaz ve sair vesilelerle devamlı surette Kur'an okuması sayesinde, kulak yoluyla belliyorlardı.(a.g.e., s.45)

Peygamberimiz, İslam'a yeni girenleri, Kur'an'ı iyi bilen sahabeye gönderirdi.

Mescidde, Kur'an öğretip öğrenenlerin çıkardığı seslerden dolayı birbirlerini şaşırmamaları için, Hz.Peygamber ashabına seslerini kısmalarını emretmişti. Gecenin karanlı­ğında, ashabın meskenlerinin yanından geçenler, arı ko­va­nı uğultusu gibi Kur'an sesi işitirlerdi.(Zerkani, Menahil, İ.241)

Sahih hadis kaynaklarının nakillerine göre; Allah Resu­lü, her yılın ramazan ayında, o zamana kadar vahyedilmiş bütün ayetleri Cebrail aleyhisselama okuyordu. Ömrünün son Ramazanında bu mukabele iki defa olmuştu.

Kızı Fatıma, babasının o Ramazan kendisine gizlice şöy­le fısıldadığını daha sonra Hz.Aişe'ye(r.ah) naklediyordu: "Cibril, Kur'an'ı her sene benimle bir defa karşılaştırırdı. Bu sene iki defa mukabele etti. Bundan, artık ecelimin geldiğini anladım."

Bu mukabele geleneği, asırlardan beri her Ramazan de­vam etmektedir.

Allah Resulünün ahirete irtihali üzerine Hz.Ali(r.a.), derhal evine kapanmış; "Kur'an'ı cem' etmedikçe, Cuma nama­zı­na çıkmak hariç, ridamı giymemeye yemin ettim," diyerek, sö­zünü yerine getirmiş, Kur'an'ı cem' etmedikçe Hz.Ebu­bekr'­e biat etmemişti.(Prof. Dr. S. Yıldırım, a. g. e., s.60)

Kur'an'ın, bir heyet tarafından resmen cem'i de, yine ilk ha­life Hz.Ebubekir zamanında yapılmıştı.

Şu bir gerçek ki; bu derece titiz ve sağlam korunarak a­sır­lardan asırlara noksansız bir intikal, sadece "kendinde hiç­­bir şüphe olmayan"(el-Bakara, 2) Kur'an'a nasib olmuştur.

Bütün bu tarihi belgelere rağmen Kur'an'dan şüphesi o­lanlar; akl-ı selimin ışığında onun ölümsüz mesajını tetkik et­sinler. O zaman, ilahi ve mu'cizü'l-beyan bir kitap ol­du­ğu­nu hemen fark edeceklerdir. Onlar da, ilim-araştırma ve şüphe ça­ğı olan yirminci asırda Kur'an'ı inceleyerek ona tes­lim olmuş ve İslam'ı seçmiş Prof. Dr. Maurice Bucaille(Tıp Fa­kul­te­sinde Cerrahi bölümü başkanlığı yapmış bir Fransız doktoru. Yıllarca süren incelemelerini, 'Kitab-ı Mukaddes-Kur'an ve Bilim' adlı kitapta yayınlayarak Müslüman oldu-1976) gibi şöyle haykıracaktır: "Kur'an'ın bildir­dik­lerinden hiçbiri, bilimsel bakış açısından herhangi bir itiraza mahal vermez...(s.10) Onda her şey, insanlar tarafından kolayca an­la­şılabilecek sade bir dille ve çok sonralar keşfedilecek bilgilere son de­re­ce uygun olarak ifade edilir...Kur'an metninin çağdaş bili­min verileriyle uygunluk derecesini araştırırken, hiçbir peşin hük­me sahip olmaksızın tam bir tarafsızlıkla, önce Kur'an vahyinin üzerine eğildim...Bunun sonucu olarak; Kur'an'ın, modern dö­nemde ilmî bakımdan tenkit edilebilecek hiçbir taraf ihtiva et­me­diğini kesin olarak kabule mecbur kaldım.(s.12)"

Ya da, yine çağımızın başka bir zirve talihlisi Roger Ga­raudy(Fransız Ü. Öğretim üyesi. Siyaset adamı ve düşünür. Fransız Komü­nist P. eski üyesi. Parlamenter ve senatör/1945-1962. Marksist Araştırma ve İn­ce­­lemeler Merkezi eski müdürü. 1981 yılında İslam'ı seçti ve 'İslam'ın Va'­det­tikleri' adlı kitabını yayınladı.) gibi şunu söyleyeceklerdir:

"Ne İslamiyetle ilmin, ne de vahiyle mantığın arasında bir ay­kı­rılık yoktur. İlmi engelleyenler, soysuzlaşmış bilimcilerdir."

Daha önceleri de Prof. Carlyle; "Benim fikir ve kanaatime gö­­re Kur'an, baştan sona samimiyet ve hakkaniyetle doludur," de­­memiş miydi?

Meşhur Goethe de; "Kur'an yaratılmış mıdır, bilmiyorum; a­­ma kitapların kitabıdır; buna bir Müslüman gibi inanıyorum," di­yordu.

Öyleyse; her asırda olduğu gibi bugün de, insanlığın maddî ve manevî kurtuluşu; kitapların kitabı olan, 'zaman ih­tiyarladıkça gençleşen' ve daima tek 'hidayet kaynağı' olan Kur'­­an-ı Azimüşşan'a bağlanmakla, onu hayata hakim kılmakla mümkün olacaktır.
 
alt_banner